MakalelerTasavvuf

“Râbıta”nın Delilleri -1-

Râbıta, belirli bir zümrenin karşı çıktığı gibi son zamanlarda ortaya çıkan yeni bir amel değildir. Bilakis, Müctehid imamlar, müfessir, muhaddis, mütekellim bütün alimler, hatta asr-ı saadetten itibaren Sahâbe-i kiram zamanından günümüze kadar yapılan bir ameldir. Bununla birlikte hiçbir alim “râbıta”nın bırakın şirk olmasını, münker bir fiil olduğunu dahi iddia etmemiştir.

Bu durumda râbıtayı inkâr eden, dinde yeri olmadığını iddia edenlerin davalarını ispat etmeleri gerekir. “Râbıta”nın caiz olmadığına dair bırakın bir âyeti, zayıf hadisle bile delil getiremezler.

“Râbıta”ya İşaret Eden Âyet-i Kerimeler

Allah (Celle Celâlühü) şöyle buyurmuştur:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ

“Ey iman etmiş olan kimseler! (Razı olmadığı şeylere yaklaşma konusunda) Allah’tan hakkıyla sakının ve (hem imanda hem ahde vefada, özü sözü doğru olan) sâdık kimselerle (bedenen ve rûhen, maddeten ve manen) beraber olun!” (Tevbe: 119) âyet-i kerimesi.

Bu âyet-i kerimede Müminlere hitap edildiği açıktır. Bu da göstermektedir ki “Sıdk” sıfatı, imandan daha hususi (özel) bir manaya sahiptir. Yani sıdk mertebesinde bulunan herkes mümindir, ancak her mümin sıdk mertebesinde değildir.

Hâce Ubeydullah hazretleri, bu âyetin manası hakkında şöyle buyurmuştur:

“Sadıklarla beraberlik iki türlü olur: Birincisi zahiren beraberliktir. [Yani cismanî beraberliktir. Bu türlü beraberlik, sadıkların meclisine bizzat devam ederek, onlardan ilim, fazilet ve feyz almakla olur.] Eğer bir insan sıdk ehliyle oturup kalkmayı adet edinirse; bâtını, onların ahlak ve sıfatlarının nurları ile aydınlanır. [Zahirleri de, onların hal ve tavırlarını örnek alır. Bundan dolayıdır ki ashab-ı kiram (Radıyallâhu Anhum) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in etrafında pervane olur, sürekli onunla beraber bulunmaya gayret ederlerdi.]

Diğer beraberlik mânevî yol ile olandır. Bu beraberliği elde edebilmek için kalbini sadıklar taifesine bağlaman gerekir. Onlar, (Allah ile kul arasında) vasıta olmaya elverişli oldukları için hilafet yetkisine sahiptirler.[1] Sadık olan bir zatın sohbetine katılmayı sadece sureten meclisinde bulunup beden gözüyle kendisine bakmaktan ibaret olarak düşünmeyesin. Asıl sohbet, daimî birlikteliği sağlamak için suretten manaya geçerek vasıta konumunda olan o zata gönül gözüyle sürekli bakman, rûhaniyet itibarıyla onun meclisinden hiç ayrılmamandır. Eğer bu manayı sürekli olarak gözetir ve aksatmazsan onun sırrı ile senin sırrın arasında bir münasebet ve birliktelik gelişir. Bu vesileyle onun kavuşmuş olduğu asıl maksuda sen de kavuşmuş olursun.”

Yine aynı âyet-i kerimeyi izah ederken şöyle buyurdu:

“Bu emrin yerine getirilmesi vaciptir. Dolayısıyla sadık bir kula gönül bağlamak gerekir. Sadık kul, gönül gözünde mâsivâ çalı çırpısı kalmayan kuldur. İnsanı kemal mertebesine ulaştıran husus, hakikatinin sürekli olarak Cenâb-ı Hakk’a yönelmesidir.”

İnsanoğlu yaratılış itibarıyla çevresindeki kimselerden etkilendiği için sadıklarla beraber olması ona emredilmiştir. Hak Teâlâ’dan gelecek bir cezbeye hiçbir amel mukavemet edemez. “Hakk’ın cezbelerinden bir cezbe ins-ü cinnin ameline denktir” sözü bunu teyit eder. Bu cezbe ise bu yüce taifedeki zatların sohbetlerinin bereketiyle hasıl olur.[2]

Allah dostlarının meclisinde bizzat bulunmak, kişiye fayda sağladığı gibi, gıyaben şahıslarını ve hallerini düşünmek de fayda verir.

Mustafa Fevzi Efendi (Rahimehullâh) bu âyet-i kerimeden yola çıkarak sâdıklara muhabbet beslemenin vacip olduğunu ifade eder. Çünkü Allah Teâlâ mezkûr âyeti kerimede sıdk ehline uyulmasını, daima onlara muhabbet besleyip bu sadık zatlara yâr olunmasını emretmektedir.

Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim bir kavmin amellerini severse, onların amellerini yapmasa bile kıyamet gününde onlarla haşrolur ve hesaplarıyla sorgulanır.”[3]

Bir kişi eğer sadıkları sevmez ve içinden de onları yalanlarsa, bu kişi dış görünüşünde her zaman onlarla beraber bile olsa, sadıkların ona hiçbir faydası olmaz. Böylesi bir beraberlik nifaktır. Allah Teâlâ’nın emrettiği beraberlik bu beraberlik değildir. Allah Teâlâ’nın emrettiği beraberlikten maksat ise muhabbettir. Bu muhabbet ister yüz yüze ister gıyaplarında olsun Allah Teâlâ’nın emridir. Seven sevdiğinin sevgisini gönlünde sakladığı gibi sâlik de şeyhinin gıyabında onun hayâlini gönlünde tutar.[4]

Devam edecek…


[1] Fahreddin Ali Safî, Reşehât, c. 1, s. 351-352; Şeyh Hüseyin Hamdi Efendi, Hasbihâli’s-Sâlik fȋ Akvemil-Mesâlik, s. 58, (Mektebetü’l-Hanefiyye, İstanbul, 1444/2022).

[2] Fahreddin Ali Safî, Reşehât, c. 1, s. 351-352.

[3] Deylemî, el-Firdevs, c. 3, s. 595, no: 5867 Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, c.2, s. 202; Sehâvî, el-Mekâsıdü’l-Hasene, s. 599. Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebir, c. 3, s. 19, 2519 numaralı hadiste: “Kim bir kavmi severse, Allah Teâlâ onu onlarla birlikte haşreder” şeklinde gelmiştir.

[4] Mustafa Fevzi, Îsbâtü’l-Mesâlik fi Râbıtati’s-Sâlik, s. 29-30. (Tahir Ağa Tekke no: 560)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu