MakalelerTasavvuf

Tasavvufta Râbıta -2-

Tasavvufta Râbıta -1- isimli yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Râbıta Fıtrî Bir Olgudur

Râbıta, kalbin bir şeye ilgi ve muhabbetle bağlanmasıdır ki, bu manada her insan, isteyerek veya istemeyerek, râbıta yapmaktadır. Genel olarak kalbin ilgi ve muhabbetle bağlandığı şey yani düşünce, üç kısımda toplanır:

Birinci kısım: Şer’an güzel görülen ve beğenilenler.

İkinci kısım: Kötülenen ve yasaklananlar.

Üçüncü kısım: Mübah görülenler.

  1. Şer’an güzel görülen, beğenilen ilgi alaka ve düşünceler. Allah (Celle Celâlühü)’nün emrettiği ve razı olduğu Allah’ı ve Rasûlü’nü sevmek, bir şeyi Allah için sevmek ve Allah’a yaklaştıran amelleri sevmek gibi her çeşit ilgi bu kısma girer. Keza ibadet, cihad ve hizmetler de bu kısma dahildir.
  2. Kötü görülüp zemmedilen ilgi alaka ve düşünceler. Allah (Celle Celâlühü)’nün yasakladığı haram veya mekruh olan işleri düşünmek, onlardan hoşlanmak gibi. Her ne kadar mekruhlar cezayı gerektirmese de azarlanıp kınanmayı gerektirir.
  3. Mubah olan ilgi alaka ve düşünceler. İnsanın eşini, çocuğunu ve yakınlarını sevmesi gibi. Bu sevgi, insanın fıtratında olup bundan kaçması mümkün değildir.[1]

Çevrenin İnsana Tesiri

İnsanın, oturup kalktığı, beraber vakit geçirdiği kimselerden ve çevresinden etkilenmemesi mümkün değildir. Nitekim bir hadis-i şerifte hayr ve fazilet sahipleri ile birlikte olmak ile, kötü ve zararlı kimselerle düşüp kalkmanın insana nasıl tesir edeceği görünür bir misal ile şöyle ortaya koyulmuştur:

“İyi ve kötü arkadaşın hali, güzel koku satanla körük çekenin haline benzer: Misk satan, ya sana güzel kokusundan bir miktar meccanen verir ya sen satın alırsın ya da (hiç değilse onunla beraber olduğun sürece) güzel koku koklamış olursun. Körük çeken kimse ise ya elbiseni yakar ya da (en azından) körüğün kötü kokusundan rahatsız olursun.”[2] Buyrulmuştur.

Allah (Celle Celâlühü)’nün “Ey iman etmiş olan kimseler! (Râzı olmadığı şeylere yaklaşma konusunda) Allâh’tan hakkıyla sakının ve (hem imanda hem ahde vefada, özü sözü doğru olan) sâdık kimselerle (bedenen ve rûhen, maddeten ve manen) beraber olun” (Tevbe,119) âyet-i kerîmesi de bu manayı desteklemektedir.

Kötüleri arkadaş edinenler onlardan zarar görmediklerini zannetseler bile, en azından körük kokusundan rahatsız olanlar kadar zarar görürler. “Körle yatan şaşı kalkar” atasözü bu etkilenmeyi anlatır. Nitekim Allah Teâlâ: “O zulüm işlemiş olan kimselere (, onlar gibi giyinip kuşanmak ve kendilerine değer vermek gibi basit gördüğünüz şeylerle de olsa) en ufak bir meyil dahi göstermeyin, sonra (onları yakacak olan) o ateş size de dokunur.” (Hûd sûresi, 113) buyurmuştur.

İnsan, Hayaline Getirdiklerinden Etkilenir

İnsan sadece gördüğünden değil, hayaline aldığı şeylerden de etkilenir. Gönlün hayal hazinesine aldığı her şey, vücutta kendine has bir etki yapar. Bu etki, sadece yüzde değil, hayal edilen şeyin cinsi ve etki alanına göre vücudun değişik yerlerinde etkisini gösterir.

Eğer insanın gönlünü ve hayalini dolduran bir Allah dostu ise, onun tesiri kalbe ve ruha ait olur. Velinin hakikati nurdur, kalbi nurla doludur; bu haliyle o, etrafına nur yayar, feyiz verir, sevgi akıtır. Veli Hakk’a âşıktır; âşık, mâşukunu hatırlatır. Ârif, Cenâb-ı Hakk’ın şahididir; kendisini göz veya gönülle göreni zikre sevkeder, hayra yöneltir. Zira bu sıfatlarla sıfatlanmış kâmil şeyhi görmek,

“Allah’ın dostları, öyle kimselerdir ki görüldüklerinde Allah hatırlanır”[3] meâlindeki hadis-i şerif gereğince kalpte zikrin faydasını doğurur. Böyle bir mürşidin sohbeti ise, Allah (Celle Celâlühü) ile kalben beraberliğin oluşmasını sağlar.

Maddî-Manevî İyilik ve Salih Kişiler

Maddî-mânevî iyilik ve güzelliklere kavuşmak için fazilet sahibi Salihlerle beraber vakit geçirmek gereklidir. Salihlerle birlikte olmayı teşvik eden pek çok hadis bulunmaktadır.

İşte salih zatlar olan kâmil mürşidler, bir oluk gibidir. Feyiz, onun okyanus gibi geniş kalbinden kendisine rabıta kuran müridin kalbine akar. Mürid, “Kişi sevdiği ile beraberdir”[4] hadis-i şerifi gereğince şeyhinin simasını hayalinde tutmak, suretiyle şeyhinin vasıfları ile vasıflanır, halleriyle hallenir ve onu sevmeye başlar. Zamanla şeyhin halleri müride aksetmeye başlar, artık mürid ibadetten zevk almaya, yasaklardan daha dikkatli kaçmaya başlar ve yavaş yavaş müttaki olma yolunda ilerlemeye devam eder.

Netice olarak düşünmek, sevmek, sevdiğini hayal etmek, örnek aldığı kimseye benzemek, her insanda bulunan bir özelliktir. İnsan, sevdiği, değer verdiği ve örnek aldığı kimseye benzer. Bunlar insan ruhuna verilmiş kabiliyetlerdir. Dolayısıyla râbıta psikolojik ve fıtrî bir olgudur. Râbıtasız insan olmaz, olamaz. Çünkü münasebetsiz, alakasız ve irtibatsız sosyal bir hayat düşünülemez. İnsanlar, kendi hallerine bırakıldığı zaman sosyal çevrenin etkisinde kalıp hoşlandığı veya hoşlandığını zannettiği bir şöhretin peşine düşer, bedenen ondan uzak olduğu halde, kendisini ona yakın hisseder. Hayatının her anında hatta rüyasında bile onunla beraber olur. Onunla gönülden bir bağ kurar. Onunla özdeşleşmek ister.”[5] Bu noktada insanın gönlü boşluk kabul etmediğine göre insan-ı kâmil olma sürecinde onun kendini yakın hissedeceği bir model şahsiyete bağlanması son derece doğal bir süreçtir.

Râbıta ve İnsanın Tabiatı

Aslında tasavvuftaki rabıta insanın vücudunda zaten mevcut olan fıtrî bir olaydır. Tasavvuf büyüklerinin seyr-i sülüke yeni başlayanlar için rabıtayı tavsiye etmeleri, olmayan bir şeyi icat etmek, insan fıtratına aykırı gitmek ve işi zora sokmak değildir. Hayran olduğu kimseleri taklit etmek ve ister istemez onlara benzemeyi istemek, insan tabiatının bir gereğidir. Rabıta ile yaptırılan şey, insana, tefekkür için varlıklar içinden güzel bir tercih yaptırarak hedefe Allah’ın halifesi, dostu ve şahidi olan kâmil insanı koymaktır. Başka bir ifade ile râbıta, bir kimsenin hayran olduğu kimseleri taklit ederek dünyayı ve dünyaya ait her şeyi gönlünden çıkarıp, kalbini Allah Teâlâ’ya bağlamasıdır.”[6]

Bu kâinat içinde, esmâ-i ilâhîyenin tecellilerini okumak, seyretmek ve böylece marifet ve muhabbete ermek isteyen bir mümin için, bunu temin edecek en güzel sebeplerden biri de Allah’ın şahidi ve dostu olan kâmil insandır.[7]

 Seyr-i sülûk yolunda zikredilen hakiki râbıtaya ulaşıncaya kadar, müridin zihnî olarak, düşünce ve hayal gücünü kullanarak mürşidiyle beraberlik kurması da son derece doğaldır.

Devam edecek…


[1] Devserî, er-Rahmetü’l-Hábita fi zikri ismi’z-Zat ve’r-Râbıta, c. 1, s. 218-219 (İmam Rabbânî, Mektübât’n kenarında), 1/218-219.

[2] Buhârî, Zebâih, no: 5534; Müslim, Birr no: 2628.

[3] İbn Mâce, Zühd, 4119; Bezzâr, Müsned, c. 11, s. 251, no: 5034; Buhari, Edebü’l-Müfred, s. 119, no: 323; Abdullah İbn Mübârek, Zühd, s. 72, no: 217-218.

[4] Buhârî, Edeb, no: 6168; Müslim, Birr, no: 2640.

[5] Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 135 (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1994).

[6] Hasan Şerkâvî, Mu’cemu Elfâzi’s-Sûfiyye, s.149 (Müessesetü Muhtar, Kahire, 1992).

[7] Dilâver Selvi, Tasavvuf Metodu olarak Rabıta, s. 35. (Semerkand, 2016)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu