FıkıhMakaleler

Yorumcunun Muhatap Olması Açısından Nassların Mahiyeti 2/5

Birinci yazı için tıklayınız.

Geçen yazıda delaleti açık olan lafızların mertebelerini incelemiştik. Şimdi ise tam tersini ele alacağız.

Bahsedilen Konular

Delaleti Kapalı Olan Lafızların Mertebeleri

  1. Hafi

“Eğer bir lafzın kapalılığı, lafzın dışından kaynaklanıyorsa bu hafi lafızdır.”

Misal: (وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا) “Hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin.”[1]

Hafideki kapalılık tanımda da geçtiği gibi lafzın kendisinden kaynaklanmamaktadır. Görüldüğü gibi ayet, ifade ettiği manada çok açıktır. Yani hırsızların eli kesilmelidir. Fakat “nebbâş” (kefen soyucu) ve “darrâr”ın (yan kesici) hırsızın tanımına dahil olup olmadığı şüphelidir. Aslında nebbâş ve darrâr lafızları kendi manalarına delaletleri hususunda da açıktırlar. Buradaki sıkıntı ise hırsızın nebbâş ve darrârı kapsayıp kapsamadığıdır.

Hırsız, “başkasının malını gizli gizli korunmuş bir mekandan alan”[2] diye tanımlanmaktadır. Bu tarife göre nebbaş yani kefen soyucu, çalmış olduğu malı korunmuş bir mekandan çalmadığı için, hırsız olmanın veya hırsızlığın bütün vasıflarını üzerinde barındırmamıştır. Dolayısıyla bu harici etkenden dolayı ayetin nebbaşa delaleti kapalı olmaktadır. Darrâr ise aldığı malı korunmuş bir yerden çalmakla beraber, gizlilik hususunda hırsızlığın diğer çeşitlerindeki kadar hassas davranmaz. Burada da gizlilik hususundaki zafiyetten dolayı darrârın hırsız lafzının içeriğine dahil olup olmadığı şüphe barındırmaktadır. Dolayısıyla ayetin darrâra delaleti de kapalı olmaktadır.

Misalin ayrıntısında izhar ettiğimiz gibi ayet/lafız, kendi manasına delalet etmek hususunda aslında açık ve anlaşılabilir olmakla beraber, ayetin/lafzın dışındaki bir etkenden dolayı manasına delaletine bir şaibe ve kapalılık karışmaktadır. Bu etken de yukarıdaki paragrafta açıkladığımız tafsilattır.[3]

Başka bir misal: (وَإِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا) “Eğer cünüp iseniz iyice yıkanarak temizlenin.[4]

Gusül hakkında nazil olan bu ayetin burun ve ağza delaleti hafi ve kapalıdır. Ayetteki ifade, mutlak olarak bütün bedeni yıkamayı emretmektedir ve lafız itibariyle anlamı çok açıktır. Bedenin iç kısmını yıkamak, mümkün olmadığı için icma ile bu emrin kapsamı dışındadır. Ayetten bedenin dışının kastedildiği ise çok aşikardır. Özetle ayetteki emir bedenin dışına şamil olurken bedenin içini kapsamamaktadır.

Fakat burun ve ağız, hem bedenin dışına hem de içine benzemektedir. Bu şüpheden dolayı ayetin, burun ve ağzı kapsayıp kapsamadığı müşkil bir durumdur. Görüldüğü gibi buradaki kapalılık, فَاطَّهَّرُوا emrinin manasının kapalılığından kaynaklanmamakta, burun ve ağzın mahiyetindeki kapalılıktan kaynaklanmaktadır.

Gerekli araştırma yapıldıktan sonra burun ve ağız ihtiyat gereği bedenin dışından sayılmaktadır. Mesela gözün iç kısmı her ne kadar burun ve ağız gibi hem bedenin dışına hem de içine benzese de gusüldeki yıkama emri burayı kapsamamaktadır.

Göz, hakikatte bedenin dışındandır fakat hüküm olarak bazen bedenin dışından bazen de içinden sayılmıştır. Oruçlu bir kimsenin gözüne su girse orucu bozulmaz. Bu örnekte göz, bedenin dışından sayılmıştır. Abdestli bir kişinin gözündeki iltihap veya yara kanasa ve gözünü kaplasa bu kişinin abdesti bozulmaz. Burada da göz bedenin içinden sayılmıştır. Gözün, bedenin kapsam alanlarının hangisine dahil olduğu şüpheli bir durum olduğundan burada göz için farklı hükümler vermek mümkün olmaktadır. Gusül meselesinde ise gözü hususi olarak yıkamak körlüğe sebebiyet vereceği için göz bedenin içinden sayılmıştır. Bu bilgiler ışığında ağız ve buruna baktığımızda ağız ve burun, yıkanması sağlık açısından hiçbir problem çıkartmayacağı için bedenin dışından sayılmış ve فَاطَّهَّرُوا emrinin kapsamı altına girmiştir.[5]

Hükmü:

  • Hafi lafız hakkında onu açıklığa kavuşturuncaya kadar araştırma yapmak ve Çıkan netice ile amel etmek vaciptir. Fakat hafi lafzın hükmünde kesinlik bulunmamaktadır. Mesela alimler hırsız hakkındaki hükmü darrâra şamil kıldıkları halde nebbâş hakkında ihtilaf etmişlerdir.[6]
  1. Müşkil

“Eğer bir lafzın kapalılığı lafızdan kaynaklanıyorsa ve mana düşünmekle elde edilebiliyorsa bu müşkil lafızdır.”

Misali: (نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَكُمْ فَأْتُوا حَرْثَكُمْ أَنَّى شِئْتُمْ) “Kadınlar sizin ekinliğinizdir. Ekinliğinize dilediğiniz biçimde varın.[7]

Ayetteki أَنَّى lafzı hem أين (nerede) hem de كيف (nasıl) manalarını ifade etmektedir. Fakat belli bir araştırmadan sonra ayette geçen حَرْثٌ karinesiyle أَنَّى lafzının كيف manasında olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü حَرْثٌ ekinlik anlamındadır, ekinliğin hususiyeti ise bitki vermesidir. Kadında ekildiği zaman bitki/meyve/semere veren tek yer kadının ön yoludur. Dolayısıyla ayet kadına ön yoldan nasıl isterseniz yaklaşabilirsiniz anlamındadır.

Başka bir misal: (قَوَارِيرَ مِنْ فِضَّةٍ) “Gümüşten billur kaplar[8]

قارورة lafzı, lügatta cam şişe anlamındadır.[9] Cam şişe gümüşten olamayacağı gibi, gümüş de cam şişe olamaz. Fakat gümüşün ve cam şişenin kemal ve noksanlık sıfatı vardır. Gümüşün kemal sıfatı, maddesinin kaliteli ve renginin beyaz olması, noksanlık sıfatı ise gümüşte bu sıfatların aksinin bulunmasıdır.

Cam şişenin kemal sıfatı, maddesinin saf ve şeffaf olması, noksanlık sıfatı ise maddesinin pis ve bulanık olmasıdır. Ayet/metin üzerinde belli bir anlama çabası gösterdikten sonra anlaşılıyor ki burada قَوَارِيرَ ve فِضَّةٍ lafızlarından maksat, bu lafızların kemal sıfatlarıdır/halleridir. Bu durumda قَوَارِيرَ مِنْ فِضَّةٍ lafzı, “hammaddesi gümüşten olan ve gümüşün beyazlık özelliğini, cam şişenin ise saf ve şeffaf olma özelliğini barındıran şişe” anlamındadır.[10]

Hükmü:

  • Müşkil lafızdan ne kastedildiğine dair eldeki delilleri incelemek ve çıkan sonuca göre amel etmek gerekir.[11]
  1. Mücmel

“Eğer bir lafzın manasını anlamak için mütekellimin açıklamasına ihtiyaç duyuluyorsa bu mücmel lafızdır.”

Mücmel lafzın kapalılığı üç şekilde olur: İlk iki kısım lafzın garâbeti veya mütekellimin muradının kapalılığı ile, son kısım ise lafzın vaz’ı ile ilgilidir.

  • Kapalılığı lügattan kaynaklanan mücmel:

Misali: (إِنَّ الْإِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا ۞ إِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًا ۞ وَإِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًا) “Şüphe yok ki insan, dar gönüllü, hırslı yaratıldı. Kendisine bir kötülük dokunduğu zaman feryad eder. Ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır.[12]

Buradaki هلوع lafzının anlamı, devamında gelen ayetler (yani mütekellimin beyanı) ile anlaşılmaktadır.

  • Lügat manası açık olan fakat farklı manada kullanıldığı için kapalı olan mücmel:

Misali: صلاة lafzı. Kur’an’da geçen صلاة lafzı keyfiyeti itibariyle mücmel bir lafızdır. Efendimizin ﷺ, {صَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّيَ} “Ben nasıl namaz kılyorsam, siz de öyle kılın” hadisi[13] ile müfesser olmuştur.

  • Lügat manası açık olan fakat birden fazla anlamı bulunan mücmel:

Misali: Müşterek lafızlar. Müşterek lafızlar lügatta birden fazla anlamı olan lafızlardır. Buradaki problem, lügatta birden fazla manaya konulmuş olan bu lafzı, mütekellimin hangi manayı kastederek kullanmış olmasıdır.

Mücmel lafzın açıklaması, eğer mütekellim tarafından yapılırsa ve başka manalara ihtimal bırakmayacak derecede yeterli bir açıklama olursa, bu durumda mücmel müfesser olur. Eğer bu açıklama muhatap tarafından yapılırsa, bu durumda mücmel müevvel olur. Müevvel ise kesinlik ifade etmez.

Müfesserin örneği: Yukarıda müfesser bölümünde verdiğimiz örnekler burası için de geçerlidir.

Müevvelin örneği: Faiz hakkındaki ayeti kerimeler[14] mücmel ve faizin ne olduğuna dair bize açıklık vermeyen ifadelerdir. Bu mücmel ayetler, Efendimizin ﷺ faizin geçerli olduğu altı çeşit mal hakkında söylediği hadis[15] ile belli bir açıklık seviyesine ulaşmıştır. Fakat bu açıklama, faiz hakkındaki kapalılığı tam anlamıyla kaldıramadığı için müevvel olmaktadır. Çünkü bu altı çeşit mal dışında nelerde faizin geçerli olduğu kapalı kalmaktadır ve mütekellim/şâri’ tarafından da bu kapalılığı giderecek seviyede bir ifade bulunmamaktadır. Bu hususta Hz. Ömer (r.a.) “Nebî ﷺ, faizin çeşitlerini bize açıklamadan aramızdan ayrıldı” buyurmuştur.

İşte bize ulaşan bu hadis, faizin neleri kapsadığını bize tam olarak açıklamadığı ve te’emmüle ihtiyaç bıraktığı için müevvel bir açıklamadır. Mücmel kelam, müevvel seviyesindeki bir açıklama ile açıklandığı zaman müşkil seviyesine yükselir ve bu tarz bir kelamda müşkilin hükmü geçerli olur.

Hükmü:

  • Müfesser ile amel etmek vaciptir.
  • Müevvel lafız hakkında araştırma yaptıktan sonra çıkan sonuca göre amel etmek gerekir.[16]
  1. Müteşabih

“Eğer bir lafzın kapalılığı kendisinden kaynaklanıyorsa ve bu lafzın manasını/muradını idrak etmeye hiçbir yol yoksa bu müteşabih lafızdır.”[17]

Müteşabih lafızda mütekellimin muradını idrak etmek mümkün değildir. Bu kapalılığın sebebi, hem lafzın mahiyetinin kapalılığı, hem de mütekellimin bu hususta hiçbir açıklamasının bulunmamasıdır. Müteşabihlik lafız veya manada gerçekleşir.

Lafzı Müteşabih Olan Ayetler: Hurûf-u Mukatta’ât.

Misali: (الم﴾, ﴿يس) ve ﴿كهيعص[18]) gibi. Bu ayetler/harfler bazı surelerin başında gelir. Bunlara hurûf-u mukatta’ât (kesilmiş/koparılmış harfler) denilmesi, her harfin bir sonraki harfle arası kesilerek kendi ismiyle okunmasından kaynaklanmaktadır. Kullar, bu harfler ile Allah’ın ﷻ ne murad ettiğini anlamaktan acizdir. Çünkü harfler bu şekildeyken biz kullar için hiçbir manaya delalet etmemektedirler. Bunların kapalılığı ise manalarından değil lafızlarından dolayıdır.

Manası Müteşabih Olan Ayetler: Haber-î Sıfatlar.

Misali: (الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى) “Rahman arşa istiva etti[19],

(وَلِلَّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللَّهِ) “Doğu da, Batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz işte Allah’ın vechi oradadır[20] ve

(إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ) “Sana biat edenler ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın yedi onların ellerinin üzerindedir[21] gibi.

Bu ayetlerin kapalılığı lafızlarından değil, bu lafızların manalarının nispetinden doğuyor. Mesela ikinci ayette وجه (yüz) lafzı, üçüncü ayette ise يد (el) lafzı Allah’a ﷻ nispet/izafe edilmektedir. Fakat Allah’a ﷻ yüz ve el gibi cismaniyeti gerektirecek sıfatlar nispet etmek aklen ve naklen muhal olduğu için bu ayetlerin anlamları lafız itibariyle bilinse ve açık olsa da nispet itibariyle kapalı ve müteşabih olmaktadır.

Hükmü:

  • Hakikatine iman etmek vaciptir.[22]

Bu bölümün başında muhkem ve müteşabih ayetlerle ilgili ayetin ilk kısmını zikretmiştik, şimdi Allah’ın ﷻ ilgili ayetin devamında ne buyurduğuna bakalım: (هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَأْوِيلِهِ) “O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’ân’ın) bazı ayetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih ayetlerin ardına düşerler.[23]

Ayette müteşabih ayetlerin peşine düşülmemesi gerektiği açıkça ifade edilmiştir. Bu ifade akide açısından şu sonucu doğurur ki, müteşabih (manası karışık) ayetlerle akide esası oluşturulamaz. Bir akide esasının belirlenebilmesi için, nassın sadece sübûtunun kat’î olması yeterli olmaz, aynı zaman da delaletinin de kat’î olması gerekir.

Müteşabih ayetlerin manaları/içerikleri ile ilgili Allah ﷻ mü’minleri mesul tutmamaktadır. O ﷻ, bizden müteşabih ayetlerle ilgili, sadece Allah katından geldiğine iman etmemizi beklemekte ve bunu ayetin devamında şöyle ifade etmektedir: (وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُولُو الْأَلْبَابِ) “İlimde derinleşmiş olanlar, ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.[24]

[1] Maide Suresi, 38

[2] Seyyid Şerif Cürcânî, Kitâbü’t-ta’rîfât, Dâru’n-Nefâis, Muhammed Abdurrahman Maraşlı, Beyrut, 2012, 3. Baskı, s. 190

[3] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, c. 1, s. 82

[4] Maide Suresi, 6

[5] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, c. 1, s. 83

[6] Fahrettin ATAR, Fıkıh usûlü, İFAV Yayınları, İstanbul, 2014, 11. Baskı, s. 266

[7] Bakara Suresi, 223

[8] İnsan Suresi, 16

[9] Cemâlüddin İbn Manzur el-Ensârî, Lisânü’l-Arab, Dâr-u Sâdır, Beyrut, 1994, 3. Baskı, c. 5, s. 87

[10] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, c. 1, s. 83-85

[11] Fahrettin ATAR, Fıkıh usûlü, s. 266

[12] Meâric Suresi, 19-21

[13] Sahîhu’l-Buhârî, 631

[14] Bakara Suresi, 275,276,278; Âl-i İmrân Suresi, 130; Nisâ Suresi, 161; Rum Suresi, 39

[15] {الذهب بالذهب مثلا بمثل، والفضة بالفضة مثلا بمثل، والتمر بالتمر مثلا بمثل، والبر بالبر مثلا بمثل، والملح بالملح مثلا بمثل، والشعير بالشعير مثلا بمثل، فمن زاد أو ازداد فقد أربى….} “Altının altın ile, gümüşün gümüş ile, hurmanın hurma ile, buğdayın buğday ile, tuzun tuz ile arpanın da arpa ile takası eşit miktarda olmalıdır. Her kim bu takaslarda malın bir tarafını artırırsa veya arttğını gördüğü halde müdahale etmezse bu faizdir.” Sünenü’t-Tirmizî, 1240

[16] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, c. 1, s. 86-87

[17] Seyyid Şerif Cürcânî, Kitâbü’t-ta’rîfât, s. 280

[18] Bakara Suresi, 1; Yasin Suresi, 1; Meryem suresi, 1

[19] Tâhâ Suresi, 5

[20] Bakara Suresi, 115

[21] Fetih Suresi, 10

[22] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, c. 1, s. 88-95

[23] Âl-i İmran Suresi, 7

[24] Âl-i İmran Suresi, 7

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu