MakalelerTasavvuf

Mustafa Na‘tî Efendi (v. 1131) ve Bed’ü’l-Emâlî’ye Yazdığı Türkçe Tahmis (İnceleme-Metin) -1-

بسم الله الرحمن الرحيم

Müellifin Terceme-i Hali

İsmi ve Mahlası

İsmi Mustafa, mahlası Na‘tî’dir. Muasırı Safâyî Mustafa Efendi, şiirlerinin çoğunun Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) için yazılan naatlar olduğu için teberrüken bu mahlası tercih ettiğini söyler.[1] Sultan IV. Mehmed veya II. Süleyman dönemi vezirlerinden, 1102 senesinde Edirne’de idam edilen Defterdar Küçük Hüseyin Paşa’nın küçük oğludur.[2] Annesinin isminin Hatice Hatun olduğu bir belgeden anlaşılmaktadır.[3]

Müstakimzade, onu “Mir Mustafa Na‘tî” diye,[4] Ayvansarâyî de “Na‘tî Mustafa Bey” diye anar.[5]

Doğumu ve Tahsili

İstanbul’da doğan[6] Mustafa Efendi’nin ne zaman doğduğuna dair kaynaklarda bilgi yoksa da hicri 11. Yüzyılın üçüncü çeyreğinde doğduğu tahmin edilebilir. Nitekim ne zaman telif ettiği bilinmeyen Edhem-nâme isimli eserinde

[Hafif: Fâ‘ilâtün/Mefâ‘ilün/Fe‘ilün]

‘Ömr irişdi makâm-ı pencâha

İtmedim ben ‘ibâdet Allâh’a[7]

beyti ile 50 yaşında olduğunu ifade ettiğine göre 1081 senesinden önce doğmuş olduğu kesindir.

Annesinin vefatından sonra saraya alınıp Enderun’da eğitim gördü.[8] Müellifin tahsil hayatına dair fazla bilgi yoktur.

Vazifeleri

Tahsilini tamamladıktan sonra sırasıyla sır katibi, Sultan III. Ahmed zamanında taşraya çıkıp silahtar katibi, rikâb-ı hümayunda yeniçeri efendiliği vekaleti ve sipah katibi oldu.[9] Çorlulu Ali Paşa ve Şehit Ali Paşa’nın sadaretleri döneminde divan baş katibi idi.[10] 1125 senesinde baş katip olduğu ve ağnam mukattacılığının kendisine tevcih edildiği bir belgeden anlaşılmaktadır.

Ağnam Mukattacılığının Na‘tî Mustafa Efendi’ye tevcih edildiğine dair 1125 tarihli belge[11]

Vefatı ve Kabri

Mustafa Efendi’nin vefat tarihi ve sebebine dair kaynaklarda farklı bilgiler vardır. Muasırı Safâyî[12] ve Bursalı Mehmed Tahir,[13] 1131 senesinde taundan vefat ettiğini söylerken; yine muasırı Şeyhî, Müstakimzade ve Mehmed Süreyya, 1127 senesi Receb ayında Mora seferindeyken felç hastalığına yakalandıktan üç sene sonra 1130 Rabiulahirinde vefat ettiğini söylerler.[14] Salim Efendi ve Şemseddin Sami ise vefat sebebine değinmeden 1130 senesinde vefat ettiğini belirtirler.[15] Müstakimzade diğer bir eserinde ise 1131’de vefat ettiğini ve şair Nedim’in onun vefatına günümüzde kabir taşında yazılı bulunan şu beyti tarih düştüğünü belirtir:

[Hezec: Mefâ‘îlün/Mefâ‘îlün/Mefâ‘îlün/Mefâ‘îlün]

“Cihândan geçdi Na‘tî Mustafa Bey ‘adn ola câyı”  (1131)[16]

Ayvansarâyî de “Hareket-i Beşer” terkibinin gösterdiği 1130 senesinde vefat ettiğini söyler. [17]

Mustafa Efendi’nin vefat tarihine dair muasırı Safâyî’nin verdiği ve vefatına tarih düşmüş olan Nedim’in beytinden anlaşılan 1131 tarihi doğru olmalıdır.

Kabri, sadrazam Koca Sinan Paşa’nın (v. 1004) Mimar Sinan’ın halefi Davud Ağa’ya yaptırdığı divan yolundaki külliyenin girişinde sağda medrese ile Sinan Paşa türbesi arasındadır.

Mustafa Efendi’nin kabir taşı yarısı kırılmış olarak günümüze gelebilmiştir:

Müstakimzade’nin sadece son beytini aktardığı ve Nedim Divanı’ında bulamadığımız tarih manzumesinin son üç beyti kabir taşında okunmaktadır ki şöyledir:

[Hezec: Mefâ‘îlün/Mefâ‘îlün/Mefâ‘îlün/Mefâ‘îlün]

Muhassal (?) şi‘r u inşâ vu kitâbetde olub yektâ

Ana kalmışdı her gûne hünerde nükte-pîmâyî

İlâhî eyle ‘ukbâda Rasûlullâh ile mahşûr

O memdûhu’s-siyer vassâf-eser mahdûm-i dânâyî

Du‘a idüb didi târîh-i sâl-i rihletin hâtif

“Cihândan geçdi Na‘tî Mustafa Bey ‘and ola câyı”  (1131)

Kişiliği, Şairliği ve Mezhebi

Salim Efendi’nin ifadesiyle “Ehl-i marifetten bir zat olup nazik tabiatlı idi.”[18] Safâyî’nin “ma‘ârif-i cüziyye ve külliyyede mahir ve hüsn-i hatta kadir”[19] ifadesinden hattat olduğu da anlaşılır. Nitekim Müstakimzade Tuhfe-i Hattâtîn’de ona yer vermiş ve hüsn-i hattı Hocazade Mehmed Efendi’den meşk ettiğini zikretmiştir.[20]  Mustafa Efendi’nin reîsü’l-hattâtîn Hamdullah Efendi’ye ulaşan hat silsilesi şöyledir: Hamdullah Efendi (v. 926), Şükrullah Halife (v. 951), Pir Mehmed b. Şükrullah, Hasan Üsküdârî (v. 1023), Hâlid-i Erzurûmî (v. 1029), Büyük Derviş Ali (v. 1084), Suyolcuzade Mustafa Efendi (v. 1097), Hocazade Mehhmed Enverî (v. 1105), Mustafa Na‘tî Efendi (v. 1131).

Mustafa Efendi, Hanefi fakihi Ahmed el-Hamevî’nin (rahimehullah) bazı risalelerini 1105 senesinde istinsah etmiştir.[21]

Bed’ü’l-Emâlî’yi tahmis etmesinden ve İsmail Paşa’nın tasrihinden[22] Hanefi-Matüridi olduğu anlaşılan müellif, burada yayınlayacağımız eserinin mukaddimesinde kendisini “sebak-âmûz-i (muallim) ders-hâne-i nazm u inşâ” diye vasıfladıktan sonra uzun müddet ilim öğrenip öğretmekle meşgul olduğunu; özellikle de Kelam ilmine ihtimam gösterdiğini belirtir.

Mustafa Na‘tî Efendi, ilerde geleceği üzere mürettep divan sahibi bir şair idi. Salim Efendi, onun burada yayınlayacağımız eserinin başında da zikrettiği bir rubaisini misal olarak vermektedir.

Safâyî onun Emâlî tahmisinin başından birkaç beyit zikrettikten sonra şu na‘tını misal verir:

[Muzari: Mef‘ûlü/Fâ‘lâtü/Mefâ‘îlü/Fa‘ilün]

Nûr itdi dehri tal‘at-i Sultân-ı enbiyâ

Tutdı cihânı devlet-i Sultân- enbiyâ

Âlâyiş-i fenaya ider mi hiç iltifât

Anda k’ola mahabbet-i Sultân-ı enbiyâ

Sad hamd u sad senâ o kerîm u rahîmdir kim

Na‘tî’yi kıldı ümmet-i Sultân-ı enbiyâ

Ayvansarâyî de onun şu na‘tını örnek olarak zikretmiştir:

[Hezec: Mefâ‘îlün/Mefâ‘îlün/Mefâ‘îlün/Mefâ‘îlün]

Cemâlin âfitâb-ı ‘âlem-ârâ Yâ Rasûlellâh

Cebînin nûridir kadr-i hüveydâ Yâ Rasûlellâh

Esîr-i derd-i ‘ışkındır bu Na‘tî ‘âcize rahm et

Nigâh-ı şefkatinle ver tesellî Yâ Rasûlellâh [23]

Bir şiir mecmuası içinde Na‘tî’den nakledilen şu ilahiyi de burada zikredebiliriz:

[Recez: Müstef‘ilün/Müstef‘ilün /Müstef‘ilün /Müstef‘ilün]

‘Işkınla dem basa kadem, eyler gönülden def‘-i ğam

Ey dilber ve ey hümâm, şâh-ı Arab mâh-ı ‘Acem

Ey mahrem-i bezm-i Elest, ‘ışkınladır hep cümle mest

Mahzûn dilim itme şikest, şâh-ı Arab mâh-ı ‘Acem

Ey kâb-i kavseyn-i cihân, ‘ışkınladır cümle giryân

Kurbân sana cân u cihân, şâh-ı Arab mâh-ı ‘Acem

Sensiz cihânı neylerem, hûr u cinânı neylerem

Tende bu cânı neylerem, şâh-ı Arab mâh-ı ‘Acem

Mahbûb-i kevneyn-i habîb, lütfunla kıl vaslın nasîb

Reddeyleyüb kılma garîb, şâh-ı Arab mâh-ı ‘Acem

Sultân habîb-i enbiyâ, nuru’d-duhâ şemsü’l-hüdâ

‘Âşık sana Na‘tî gedâ, şâh-ı Arab mâh-ı ‘Acem[24]

Kardeşi

Mustafa Efendi’nin kardeşi Afvî Mehmed Efendi, piyade mukabeleciliği vazifesinde bulunmuş, 971-1008 tarihleri arasındaki olayları anlatan bir Osmanlı tarihi kaleme almış, 1138’de padişahın emriyle kurulan tercüme heyetinde Aynî Tarihi’nin bir bölümünü tercüme etmiştir.[25] 1145’te vefat eden Afvî, Sinan Paşa haziresinde kardeşi Mustafa Na‘tî’nin yanına defnedilmiştir.[26]

Yine Mustafa Efendi’nin Salih isminde bir oğlu olduğu bir belgeden anlaşılmaktadır.[27]

Son olarak aynı belgeden Na‘tî Mustafa Efendi, kardeşi Afvî ve anneleri Hatice Hatun’un İstanbul Aksaray’da bir vakıflarının olduğu anlaşılmaktadır.

Eserleri

1. Tahmîs-i Kasîde-i Emâlî

İlerde zikredilecektir.

2. Hilye-i Aşere-i Mübeşşere[28]

Cevrî İbrahim Çelebi’nin aynı konuya dair yazdığı eserin genişletilmiş halidir. Müellif, eserin hatimesinde “Hamd lillâh ki hatm-i kelâm oldı, bin yüz on dörtde bu nazm tamâm oldı” diyerek eseri 1114 senesinde yazdığını ifade eder. Bir nüshası İBB Atatürk Kütüphanesindedir.[29]

3. Divan

Safâyî’nin “asrın şuarasından olmağla nat-ı şerifde müretteb divan-ı belâğat-ünvanı olub…”[30] ifadesinden ve diğer kaynaklardan Na‘tî’nin mürettep bir divanı olduğu bilinmekteyse de herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır.

4. Edhem-nâme

İbrahim b. Edhem’in (kuddise sirruhu) menakıbına dair manzum olarak telif edilen 1199 beyitlik eser latinize edilerek yayınlanmıştır. Geride geçtiği üzere müellif, bu eserini yazarken 50 yaşında olduğunu belirtir.

5. Terceme-i Rucû‘i’ş-Şeyh ilâ Sıbâh

Ebu’l-Abbas Ahmed b. Yusuf et-Tîfâşî’nin (v. 651) Bâhnâme türündeki eserinin tercümesidir. Tercümenin Mustafa Efendi’ye değil Kemalpaşazade’ye ait olduğu veya Mustafa Efendi’nin çalışmasının Kemalpaşazade tercümesinin tercümesinden ibaret olduğu yönündeki bilgiler hata olmalıdır. Belki Kemalpaşazade ve Mustafa Efendilerin her biri, aynı eseri farklı dönemlerde tercüme etmişlerdir. Nitekim muhtemelen Kemalpaşazade’ye ait olan 926 tarihli nüshadaki tercüme[31] ile Mustafa Na‘tî’ye nispet edilen tercümenin[32] mukaddimeleri farklıdır. Doğrusunu Allah Teala bilir.

Mısır Milli Kütüphane Talat Koleksiyonu Tıp Bölümü nr. 26’da bulunan ve muhtemelen hata ile Bâh-nâme yerine Bâd-nâme diye kaydedilen eser bu olmalıdır.

İsmail Paşa’nın zikrettiği Ferruh u Gülruh isimli manzume ise Na‘tî Mustafa Efendi’ye değil Fatih dönemi şairlerinden Na‘tî’ye (v. 860) aittir.[33]

Bed’ü’l-Emâlî Tahmîsi

Eserin Mahiyeti ve Telif Tarihi

Eser, Mâtürîdî ulemasından Ali b. Osman el-Ûşî’nin (rahimehullah) akaide dair meşhur manzumesi Emâlî’nin tahmis edilmesi, yani iki mısradan oluşan her beytinin üç beyit eklenerek beş mısraya çıkarılmasından ibarettir. Manzumenin aslı Arapça, tahmis ise Türkçedir. Dolayısıyla bu eser, türünün nadir örneklerinden sayılabilir.

Bilindiği üzere kafiye beyitlerin sonunda olur. Emâlî’de her beytin sonunda bizzat veya işbâ‘ ile lam ve yâ (revi) bulunur ve bu itibarla Kaside-i Lâmiyye olur. Tahmisi yapan müellifimiz Mustafa Na‘tî Efendi de eklediği beyitlerin kafiyesini Emâlî’nin birinci mısraının sonuna göre yapar. Böylece tıpkı mesnevi gibi her beyitte tahmisin kafiyesi değişir, manzumenin kafiyesi ise sabittir. Tahmisin vezni, manzume ile aynı olup Mefâ‘îlün/Mefâ‘îlün/Fe‘ûlün bahridir.

Latin harfleriyle şu beyitleri örnek verebiliriz:

Ana hâşâ ola mesken emâkin

Kadîm olur mı hiç hâdisde sâkin

Ganî bil mâ-sivâdan zât-ı pâkin

Ve Rabbu’l-‘arşi fevka’l-‘arşi lâkin

Bi-lâ vasfi’t-temekküni ve’t-tisâli

O şâh-ı enbiyâ ol nûr-i a‘yün

Ki ebkümdür anın vasfında elsün

Virildi âyet-i isrâ anınçün

Ve hakkun emru mi‘râcin ve sıdkun

Fe-fîhî nassu ahbârin ‘avâlî

Müellif tarafından özel bir isim verilmeyen eser, ilerde geleceği üzere 1121 senesinde temize çekildiğine göre bu tarihten önce yazılmıştır.

Eserin Muhtevası

Eser bir dibace, tahmis bölümü ve hatimeden oluşur.

Müellif dibacede edebi bir dille Allah’a hamd, Efendimize ve ehline salat u selam edip dönemin padişahı Sultan III. Ahmed’den övgüyle bahsettikten sonra sahip olduğu şairane tabiatın, dini ilimlerle özellikle de Kelam ilmiyle iştigal eden kendisini Ali Ûşî’nin meşhur eseri Emâlî kasidesini tahmis etmeye sevk ettiğini belirtir. Daha sonra konuya münasip olan şu rubaisini zikredip tahmise başlar:

[Ahreb: Mef‘ûlü/Mefâ‘îlü/Mefâ‘îlün/Fa‘-Fa‘ûlü]

Ey vahdetinin şâhid-i ‘adli ‘âlem

Vey kudretinin müsbiti tertîb-i hikem

Efkârımı ezkârımı tevhidin idüb

Mehcûr-i rızân itme Hüdâyâ bir dem

Tahmis kısmında her birinde 5 mısra olmak üzere toplam 67 beyit vardır. Muhammis, nüshalarında farklılık bulunan Emâlî’nin kendi elinde bulunan nüshasını esas almıştır.

Tahmis olarak eklenen beyitlerde müellif, asıl manzume beyitlerinin muhtevasını ifade ettiği gibi bazen eklemeler de yapar. Bu eklemeler beyitte mezkur konunun mukaddimeleri olabildiği gibi, aynı manayı teyit eden farklı bilgiler veya teşbih içeren bir dille o konunun anlatıldığı da görülür.

Örnek olarak şu beyitleri zikredebiliriz:

O kim fısk itse her dem i‘tiyâdin

Getürse fi‘le envâ‘ın fesâdin

Muğayyir olmadıkça i‘tikâdin

Ve lâ yukzâ bi-küfrin ve’r-tidâdin

Bi ‘ahrin ev bi-katlin va’h-tizâlî

Alan ibrik-i vahdetle vuzûin

İder Hallâk-ı dehrin nefy-i küf’in

Bilür bî-şek hudûsun kurb u dür’in

Ve fi’l-ezhâni hakkun kevnü cüz’in

Bi-lâ vasfi’t-tecezzî ye’b-ne hâlî

Hatimede ise eserin kabul olması ve müellifinin afv u mağfiretine vesile olması niyazını havi dua, bir münacat ve eserin arz edildiği Sultan III. Ahmed’e hayır dua içeren bir manzume bulunmaktadır.

Nüsha Tavsifi

Söz konusu tahmis, 1286 senesinde İstanbul’da Rıza Efendi matbaasında basılmıştır. Fakat mukaddime ve hatimesinde eksiklikler olmakla beraber metnin de müsvedde bir nüshaya dayandığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu baskıdaki beyitler, eserin ulaştığımız yegâne yazma nüshası olan ve buradaki neşrimizde kullanılan Nuruosmaniye nüshasından epey farklıdır.

Bu yazma nüsha, Süleymaniye Kütüphanesi, Nuruosmaniye Koleksiyonu, nr. 5004, vr. 1b-13a’da kayıtlı nüsha olup bizzat müellif tarafından 1121 senesinde temize çekilmiştir. Biz de metnin tahkikinde müellifin mahareti sebebiyle hattı gayet nefis olan bu nüshayı esas alıp adı geçen taş baskıyı kullanmadık.

Eser üzerine daha önce bir çalışma yapılmış, fakat müellif tarafından temize çekilen bu nüsha görülmediğinden sadece eski baskıya göre ve latin harfleriyle tahkik edilmiştir. Biz bu çalışmada eseri müellif tarafından tebyiz edilen nüshadan tahkik ediyor ve Arapça bir manzumenin tahmisi olan eseri de Arap harfleriyle neşre hazırlıyoruz. Muvaffakiyet Allah’tandır.


[1]  Bkz. Safâyî, Tezkire, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Koleksiyonu, nr. 2549, vr. 370a; Ayrıca bkz. Mirzazâde Sâlim, Tezkiretü’ş-Şu‘arâ 1315, s. 677-678.

[2]  Bkz. Şeyhî, Vekâyi‘u’l-Fuzalâ, Haz. Ramazan Ekinci, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, Baskı: 1, İstanbul, 2018, IV/2901-2902. Safâyî, a.g.e, vr. 370a.; Mirzazâde Sâlim, a.g.e, s. 678; Ayvansarâyî, Vefeyât, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Koleksiyonu, nr. 1375, vr. 80a.; Şemseddin Sâmî, Kâmûsu’l-A‘lâm, 1306, VI/4591; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, 1308, IV/568.

[3]  BOA. C. EV. 139-6943.

[4]  Bkz. Müstakimzade, Tuhfe-i Hattâtîn, 1928, s. 550.

[5]  Bkz. Ayvansarâyî, a.g.e, vr. 80a.

[6]  Bkz. Safâyî, a.g.e, vr. 370a; Müstakimzade, Tuhfe-i Hattâtîn, 1928, s. 550.

[7]  Bkz. Na‘tî, Edhem-nâme, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar Koleksiyonu, nr. 613, vr. 6a.

[8]  Bkz. Bkz. Safâyî, a.g.e, vr. 370a.; Mirzazâde Sâlim, a.g.e, s. 678; Mehmed Süreyya, a.g.e, IV/568.

[9]  Bkz. Şemseddin Sâmî, a.g.e, VI/4591; Mirzazâde Sâlim, a.g.e, s. 678.

[10]  Bkz. Şeyhî, a.g.e, IV/2902; Müstakimzade, Mecelletü’n-Nisâb, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi Koleksiyonu, nr. 628, vr. 425b-426a; Müstakimzade, Tuhfe-i Hattâtîn, 1928, s. 550.

[11]  BOA. İE.TCT. 23-2464.

[12]  Bkz. Bkz. Safâyî, a.g.e, vr. 370a.

[13]  Bkz. Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, Haz. Yekta Saraç, Türkiye Bilimler Akademisi, Ankara, 2016, II/880.

[14]  Bkz. Şeyhî, a.g.e, IV/2902; Müstakimzade, Mecelletü’n-Nisâb, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi Koleksiyonu, nr. 628, vr. 425b-426a.; Mehmed Süreyya, a.g.e, IV/568.

[15]  Bkz. Mirzazâde Sâlim, a.g.e, s. 678; Şemseddin Sâmî, a.g.e, VI/4591.

[16]   Bkz. Müstakimzade, Tuhfe-i Hattâtîn, 1928, s. 550.

[17]  Bkz. Ayvansarâyî, a.g.e, vr. 80a.

[18]  Bkz. Mirzazâde Sâlim, a.g.e, s. 678.

[19]  Bkz. Safâyî, a.g.e, vr. 370a.

[20]  Bkz. Müstakimzade, Tuhfe-i Hattâtîn, 1928, s. 550.

[21]  Bkz. Süleymaniye Kütüphanesi, Pertev Paşa Koleksiyonu, nr. 624, vr. 22a.

[22]  Bkz. İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn, 1955, II/444.

[23]   Bkz. Ayvansarâyî, a.g.e, vr. 80a.

[24]   Bkz. Şiir Mecmûası, İBB. Atatürk Kitaplığı, Bel Yz K 0760, vr. 13a.

[25]  Bkz. Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e, II/1041.

[26]  Bkz. Ayvansarâyî, a.g.e, vr. 80a.

[27]  BOA. C. EV. 139-6943.

[28]  Bkz. Mirzazâde Sâlim, a.g.e, s. 678; Şemseddin Sâmî, a.g.e, VI/4591.

[29]  Bkz. Na‘tî, Hilye-i Aşere-i Mübeşşere, İBB. Atatürk Kitaplığı, OE Yz 0909, vr. 54b.

[30]  Bkz. Safâyî, a.g.e, vr. 370a.; Ayrıca bkz. Mirzazâde Sâlim, a.g.e, s. 678.

[31]  Bkz. Süleymaniye Kütüphanesi, Hamidiye Koleksiyonu, nr. 1012.

[32]  Bkz. Na‘tî, Terceme-i Rücû‘i’ş-Şeyh, Topkapı Kütüphanesi, Revan Köşkü Koleksiyonu, nr. 1702.

[33]  Bkz. Aşık Çelebi, Meşâ‘ru’ş-Şu‘arâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Aşir Efendi Koleksiyonu, nr. 268, vr. 184b.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu