Soru-Cevap

Nahl Suresi’nin 103. Ayetinde Tutarsızlık mı Var?

بسم الله الرحمن الرحيم إن الحمد لله، نحمده ونستعينه ونستغفره ونعوذ بالله من شرور أنفسنا ومن سيئات أعمالنا، من يهد الله فلا مضل له ومن يضلل فلا هادي له، وأشهد أن لا إله إلا الله وحده لا شريك له وأشهد أن محمدا عبده ورسوله.

Giriş

Bazı çevrelerin Kur’an’ı Kerîm’in, Nahl suresi 103. ayet-i kerîmesinde Mekke müşriklerine verilen cevabın tutarsız olduğunu ve bundan dolayı Kur’an’ı Kerîm’in ilâhi bir kelam olmadığını iddia etmeleri üzerine bu yazımızı kaleme alma ihtiyacı hasıl olmuştur.

Öncelikle âyet-i kerîmeyi ve meâlini zikredelim:

وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ لِسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُبِينٌ﴾ [النحل: 103])

Andolsun; muhakkak biliyoruz ki, şüphesiz onlar (o kafirler): “Ona (Rasûlûllâh’a, Kur’ân’ı Kerîm’i) ancak bir beşer öğretmektedir!” diyorlar. Oysa haktan saparak îma ve işaret ettikleri o kişinin ana dili Arapça değildir. Kur’ân-ı Kerîm ise, (gayet fasîh ve belîğ) bir Arapça lisanla indirilmiştir.” (Nahl, 103)

Bu âyetin sebeb-i nüzulü hakkında vârid olan rivayetlerde denilmiştir ki:

Rasûlullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem) Mekke’de adı Bel’am olan Hıristiyan bir demirciyle görüşüyordu ve bu kişinin ana dili Arapça değildi. Müşrikler Rasûlullah’ı onun yanına girip çıkarken gördükleri için Kur’ân’ı, Muhammed’e, Bel’am öğretiyor demişler ve bu âyet inmiştir.[1]

Başka bir rivayete göre; Mekke’de Amir b. Hadramî’nin, kitapları okuyabilen “Cebr” veya “Yaiş” isminde Rum asıllı bir kölesi varmış. Rasulüllah, bâzan onunla oturur konuşurmuş. Kureyş müşrikleri “Kur’ân’ı, Muhammed’e bu köle, ta’lim ediyor” diye istihza ederlermiş.[2]

Başka bir kavle göre de Mekke’de Cebr ile Yesâr isminde iki Rum köle varmış. Bunlar kendi dillerinde olan kitaplar okurlarmış. Rasulüllah, bâzan bunlara uğrar, okuduklarına rast gelirse dinlermiş.[3]

Hasılı kelam Rasulüllah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) nübüvvetini kabul etmek istemeyen müşrikler, muhtelif iftiralar ve yalanlar atarak Rasulüllah’ı, insanların gözünde bir sahtekâr olarak göstermeye çalışmışlardır.

Benzer şekilde günümüzde bazı kişiler âyet-i kerîmede Mekke müşriklerine verilen cevabın tutarsız olduğunu ve bundan dolayı Kur’an’ı Kerîm’in ilâhi bir kelam olamayacağını iddia etmektedirler. Şimdi bu iddiayı kısaca izah etmeye çalışalım.

Tutarsızlık İddiası

Âyetin sebeb-i nüzulünden anlaşılacağı üzere Mekke müşrikleri Rasulüllah’a inen ayetlerin aslında vahiy olmadığını, bilakis Mekke’de yaşayan bazı ehli kitap kölelerden alınma bilgiler olduğunu iddia etmişlerdir. Kur’an’ı Kerim ise bu iddiaya karşılık kölelerin ana dillerinin yabancı, Kur’an’ın ise Arapça olduğunu söylemekle yetinmiştir.

Oysaki bu kölelerin ana dillerinin yabancı olması farklı bir konu, Kur’an’ın Arapça olması ise ayrı bir konudur. Kölelerin ana dillerinin yabancı olması Kur’an’ın fasih ve beliğ bir Arapçaya sahip olamayacağı anlamına gelemez. Çünkü ana dillerinin Arapça olmaması hiç Arapça bilmedikleri anlamına gelmez. Eğer hiç bilmeselerdi Rasulüllah ile konuşamazlardı.

Tutarsızlık İddiasına Cevap

Bu iddiayı dillendiren kimseler aslında Kur’an’ın vermek istediği ince manayı anlayamadıklarını itiraf etmiş ve bir kez daha cahilliklerini herkesin gözü önünde izhar etmişlerdir.

Filhakika âyet-i kerîme Mekke müşriklerinin batıl iddialarını tam bir şekilde iptal etmiş onlara bunun üzerine söz söyleme fırsatı dahi vermemiştir.

Meselenin takririni kısaca izah edecek olursak; Mekkeli müşrikler Kur’ân’ı Kerîm’in hem nazmında hem de manasında gördükleri fevkalâdelik karşısında hayretler içinde kalmışlar, bununla beraber Kur’an’ın meydan okuması karşısında da tam bir acziyete düşmüşlerdi. Fakat bu başarısızlıklarını örtbas etmek ve insanların aklını çelmek için türlü türlü bahaneler ve iftiralar uydurmaktan geri durmamışlar, bazen Kur’an’ın bir sihir olduğunu bazen de ehli kitap tarafından Rasulüllah’a öğretildiğini iddia etmişlerdir.

Çünkü bütün Arap büleğâsı Kur’an’ın bir benzerini getirmekte çaresiz kalmış ve acze düşmüştür. Bununla beraber Kur’an, mana bakımından Araplar tarafından bilinmeyen birçok bilgi ve malumat ile doluydu ki bunlar ancak vahiyle bilinebilirdi. İnsanların aklını bu hakikatten çevirebilmek için en mantıklı şey, Peygamberimize Kur’an’ın ehl-i kitap birileri tarafından talim edildiğini iddia etmekti. Böylelikle Kur’an’ın bir benzerini getirememelerine bir bahane olacak ve onun vahiy olduğunu inkâr etmeleri kolaylaşacaktı.

Kur’ân’ı Kerim ise bir tenzil-i ilâhî olduğunu şu ifadelerle isbat etmektedir:

لِسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُبِينٌ﴾ [النحل: 103])

“Oysa haktan saparak îma ve işaret ettikleri o kişi Arabi değil, ana lisani Arabça’nın gayrısı olan bir A’cemidir. Kur’ân-ı Kerîm ise, (gayet fasîh ve belîğ) bir Arapça lisanla indirilmiştir.” (Nahl, 103)

Yani Kur’ân, gayet fasîh ve belîğ bir Arapça lisanla bütün cihana meydan okuyup dururken, Arapların kölesi konumunda olan ve ana dili Arapça olmayan A’cemî bir şahsın Arapların fevkinde parlak bir Arabi lisana sahip olması ve bu Aceminin Kur’an’ı bir Araba talim etmesi büsbütün aklın hilafınadır.

Halbuki Kur’ân-ı Kerîm öyle parlak bir Arabî lisandır ki, bütün Arab büleğasını âciz bırakmıştır. Bunu bir a’cemî nasıl yapabilir? Rasulüllah gibi bir arabî, bir a’cemînin talimine nasıl isnad olunabilir?

Sual: Bir A’cemînin (yabancının) oldukça iyi bir Arapça öğrenmesi ve bilmeyenlere taʼlim etmesi âdeten mümkündür, dolayısıyla bu cevap yeterli ve tutarlı bir cevap değildir.

Cevap: Bilakis iddia etmiş olduğunuz şey akıl dışı ve tutarsızdır. Çünkü Rasulüllah’ın böyle bir muallimi olsa idi hiç şüphesiz, kalkıp: “Sana Kur’an’ı öğreten ben değil miyim?” diye yüzüne vuruvermez miydi? Veya Kur’ân’ın benzerlerini yapıp neşretmez miydi? Oysaki tarihi kaynaklarda bu iddiada bulunan hiçbir kimse bulunmamaktadır. Bunlar Mekke müşriklerinin yalan ve iftiralarıdır.

Sual: Bu kişi Rasulüllah’tan korktuğu için ortaya çıkmamış olamaz mı?

Cevap: Hiçbir musannif kendi eserinin alınıp başkasına nispet edilmesine razı gelmezken, bununla beraber bütün Arap büleğâsı ve zenginleri Rasulüllah’la uğraşıyorken ve Peygamber’in malen ve maddeten hiçbir kuvveti bulunmuyorken ve O’na muaraza etmek için o kadar sebep mevcutken, bu şartlar altında, öyle bir şahsın Rasulüllah’tan korkup kendini tanıtmamasına ihtimal vermek aklın tasavvurunda değildir.

Sual Bir a’cemî mânâyi telkin ediyor, Rasulüllah da onu Arapça ifade ediyor olamaz mı?

Cevap: Eğer böyle birisi bulunsaydı Mekkelilerin bu kişiden ders alıp Rasulüllah’a muaraza etme imkanları vardı. Zira müşrikler arasında Arapçaya son derece hâkim birçok kişi bulunmaktaydı. Bu kişiler Rasulüllah’ın Kur’an’ın manasını ders aldığını iddia ettikleri kişi veya kişilerden ders alıp kendi Arapçaları ile Kur’an’a benzer metinler telif etselerdi Rasulüllah’ın davasını çok kolay bir şekilde iptal edebilirlerdi. Hatta Arap yarımadasında ana dili Arapça olan birçok ehl-i kitap Arap bulunmaktaydı. Mekkeliler bu kişilerden yardım isteyebilirdi. Bu sayede hem Kur’an’a benzer metinler telif ettirebilirler, hem de mana bakımından önceki semavi kitaplardan alındığını ispat edebilirlerdi. Fakat hasmın davasını iptal etmede bu kadar kolay bir yol varken başka vasıtalara baş vurmaları onların çaresiz kaldıklarının apaçık bir göstergesidir.

Mekkeli müşriklerin bu şekilde bir çabaya hiç girmemesi ve zamanla bir kısmının Müslüman olması, diğer bir kısmının da evlatlarının İslam’a girip kendi öz babalarının davalarını terk etmeleri aslında Kur’ân’ın nazmının fesahat ve belâgat itibariyle kat’i bir mucize olduğunu açıkça ispat etmektedir.


[1] Taberi, Camiu’l Beyan, Daru Hecer 14/ 365.

[2] Taberi, a.g.e. 14/ 366-367.

[3] Taberi, a.g.e. 14/ 368.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu