Serinin ilk yazısı için tıklayınız.
“Sadece Kur’ân” Anlayışına Tarihten Misaller
Şehristânî’nin el-Milel ve’n-Nihal’ine, Abdülkâhir el-Bağdâdî’nin el-Fark Beyne’l-Fırak’ına, İbn Hazm’ın el-Fasl’ına, Sırrı Girîdî’nin Ârâu’l-Milel’ine ve bu tarzda yazılmış diğer eserlere bakıldığında görülecektir ki tarihte yaşamış olan ehl-i bidat fırkaların bazıları, sadece Kur’ân âyetlerini delil alarak yanlış görüşlere gitmişlerdir. Bunun temel sabitesini nasıl ortaya koyacağız?
Hz. Osman ve İsyancılar Örneği
Mesela Hz. Osman (radıyallahu anh) İslâm’ın halifesiydi, Hulafâ-i Râşidîndendi. Mısırlılar isyan ederek Hz. Osman’ı (radıyallahu anh) hilâfetten azletmek istedikleri zaman Mısır’dan gelmişler, Hz. Osman’ı sorguluyorlar ve ona bir kısım otlakları kendi mülkiyetine geçirdiğine dâir iftirâ atıyorlardı. Birisi çıkıyor ve diyor ki: “Sen bu kadar merayı nasıl mülkiyetine geçirdin?” ve şu âyeti okuyor:[1]
قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ لَكُمْ مِنْ رِزْقٍ فَجَعَلْتُمْ مِنْهُ حَرَامًا وَحَلَالًاۜ قُلْ آٰللّٰهُ اَذِنَ لَكُمْ اَمْ عَلَى اللّٰهِ تَفْتَرُونَ
“De ki: “Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir kısmını helâl bir kısmını haram saymanıza ne demeli?” De ki: “Buna Allah mı izin verdi yoksa Allah adına hüküm mü uyduruyorsunuz?” [2]
Dikkatli bakıldığında orada Hâricî mantıklı kişi Hz. Osman’a (radıyallahu anh) bu âyet-i kerimeyi okuyarak şunu soruyor, âyet üzerinden iktibâs yaparak آٰللّٰهُ اَذِنَ لَكُمْ bunu yapabilmen için “Allah mı sana izin verdi?” diyor. Bu âyet düz mantık ile bağlamından koparılmış ve sadece metin üzerine yoğunlaşılmış bir anlayışla okunduğunda, Hz. Osman’ın (radıyallahu anh) sorgulanması yerindeymiş gibi durmuyor mu? Yani o adamın mantığına göre bu âyet tam da Hz. Osman’ı anlatıyor. Tabi Hz. Osman ona gerekli cevabı vermiştir.
Hz. Ali ve Hariciler Örneği
Kezâ Hâricîler Hz. Ali’yi (radıyallahu anh) tekfir ederken şu âyetten hareket ettiler: اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ “Hüküm sadece Allah’a aittir”[3] Hz. Ali (radıyallahu anh) hakem olayında hakem tercih ettiği için tekfir edilmişti. O halde soru şudur: Peki, bu âyet hâricilerin mantığına göre Hz. Ali ile bağdaşıyor muydu? Elbette bağdaşıyordu. Hatta onların mantığına göre bu âyet bizâtihî Hz. Ali (radıyallahu anh) ile alâkalı olarak inmişti. Bundan dolayı bu âyeti uygulamadığı için, hatta fiili ile inkâr ettiği için Hz. Ali (hâşâ) kâfir olmuştu. Bunun için katli vacipti ve öldürülmeliydi. İslâm’ın büyük halifesini Hz. Peygamber’in ﷺ o büyük damadını, o büyük insanı şehit ettiler. Dayanak Kur’ân! Âyet onlara göre Hz. Ali’nin kâfir olduğunu, öldürülmesinin de vâcip olduğunu emrediyordu. Onlar da kendilerince âyetle hükmetmişlerdi.
Evlenilebilecek Kimseler
Diğer bir misal de şudur:
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ
“Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları… size haram kılınmıştır.”[4]
Hâricîler bu âyeti ve devam eden âyet-i kerîmeyi okumuşlar ve bu âyette annelerinizin kızlarınız, kız kardeşleriniz evlenilmesi haram olduğu zikredildiği, dolayısıyla bir insanın kızının kızı ile evlenmesi câiz olduğu sonucuna varmışlardır. Çünkü Kur’ân’ı Kerim’de bir kimsenin kızının kızı ile evlenmesinin haram olduğuna dair bir âyet yoktur. Hâricîler bundan yola çıkarak kişinin yeğeni ile evlenmesinin câizliğine hükmetmişlerdir. Kur’ân’da geçmediği için bir dayının yeğeni ile evlenmesinde bir beis yoktur düşüncesine, Kur’ân’da geçmeyen her şey helâldir mantığı ile gitmişlerdir. Bunu söyleyebilecek miyiz? Hâl böyle iken dinin kaynağını Kur’ân olarak belirlediğimizde gerçekten bütün problemlerimiz hallolacak mı?
Bir Kadın, Bir Erkek ile Evliyken Başka Bir Erkekle Evlenebilir mi?
Bir soru daha: İddia sahiplerinin mantığına göre düşünecek olursak, her şeyin sarâhaten Kur’ân-ı Kerîm’de yer alması gerekiyorsa, Kur’ân-ı Kerîm’de bir erkeğin nikahında bulunan bir kadının başka bir erkek tarafından nikahlanmasının câiz olmadığına dâir ayet var mıdır? Yani bir kadın bir erkekle evli. Onun nikahı altında. Başka bir erkek de o kadını nikahlı iken kendine nikahlamak istiyor. Kur’ân’da bunun harâm olduğuna dâir sarâhaten bir âyet var mı? Peki iddia sahipleri bunu câiz kabul edebilecekler midir? Peki Kur’ân-ı Kerîm’de babaanneyle, anneanneyle evlenmenin harâm olduğuna dâir bir âyet var mı? Şayet cevap olarak “anneleriniz, kızlarınız size haram kılındı diye devam eden” Nisa süresinin 24. Ayet-i kerimesi gösterilecek olursa hemen ifade etmeliyiz ki burada haram olduğu ifade edilen ‘anneler’dir. Anneanne ve babaanneyi bu ayetten mecaz yoluyla anlayabiliriz. Hani siz mecaza, tevile karşıydınız?
Yani düz bir mantıkla “Kur’ân’ı kaynak olarak kabul ettiğimizde bütün müşkilâtımız sona erer.” düşüncesi son derece tutarsız ve test edilmemiş bir şüphedir. İşte tarihte ortaya çıkan manzaraları, ekolleri, şahsiyetleri görüyoruz. 1800’lerin sonlarında Abdullah Çekrâlevî, Ahmedüddîn Amritsarî, Gulâm Ahmed Perviz gibileri Kur’aniyyûn diye bir ekol tesis etmişlerdir. Hâdim Hüseyin İlâhî Bahş’ın el-Kur’âniyyûn ve Şubühâtühüm Havle’s-Sünneh isimli, Kur’âniyyûn fırkasını anlattığı eseri, alanında yazılmış en detaylı ve tafsîlâtlı eserdir. Orada Kur’âniyyûn mezhebinin iddialarına bakıldığında sadece Kur’ân’ı esas aldıkları görülecektir.
“Hatem” ne Demek?
Bir başka ekol olarak Kadiyânilere bakalım. Bu grubun da en göze çarpan iddialarından biri Hz. Peygamber ﷺ ile nübüvvet sona ermemiştir, Hz. Peygamber ﷺ Allah’ın Rasûlüdür. Ancak başka bir insanın çıkıp nebîlik vazifesi yapabilir. Açıp baktığınızda Kur’an’dan birçok delil getirdikleri görülecektir. Meselâ; “nebilerin hâtemidir.” deseniz, çıkıp size “Arap lügatını açıp baktın mı?” diye sorarlar. Açıp bakıldığında, Araplar “hâtem”i yüzük anlamında kullanmışlardır. Bir şeye onay verileceği zaman yüzük vurulur, mühür vurulur iş biter. Yani sonuncusudur anlamındadır. Ulema ayetten bu manayı anlamaktadır.
Bir diğer anlamı olarak süs ve ziynet manasında da kullanılmaktadır. Yani bu mânâya göre Hz. Peygamber ‘in, ﷺ peygamberlerin, nebilerin sonuncusu olduğuna yönelik iddia (hâşâ) doğru değildir. Bilakis Hz. Peygamber ﷺ peygamberlerin, nebilerin süsüdür, ziynetidir. Bu durumda Hz. Peygamber’in ﷺ son peygamber olduğu nasıl ispat edilebilir? Sadece Kur’ân’ı kaynak kabul edip, bu kadar göreceli herkesin kendine göre esnetebildiği bir kısım âyetlere göre bir din anlayışı tesis ettiğimizde bu işin içinden nasıl çıkılabilir? Çünkü herkes kendi aklına göre bir din tesis etmeye çalışırsa örneklerini verdiğimiz Hârîcîler, Kadıyânîler veya Şia’nın iddialarına nasıl red yapılabilir?
Salâtın Manası
Allah Teâlâ bizden salâtı ikâme etmemizi istemiştir. Salât nedir? Açıp lügâta bakıldığında da bunun duâ olduğu görülmektedir. Birisi çıkıp “Namaz diye bir şey yok. Duâ ettiğiniz zaman o duâyı ikâme etmiş olursunuz, mesele biter hallolur” diyebilir. Bir diğeri de kelimenin daha da kökenine doğru inse çok daha komik bir manzara ile karşılaşılabilir. Çünkü Arap lügatlarında salâtın bir şeyi yumuşatmak ve ona kıvam vermek manasına da geldiği görülmektedir.[5] Başka biri çıkacak diyecek ki; “Allah bizden duâ falan istemiyor. bir şeyi yumuşatmamızı ve ona kıvam vermemizi istiyor olabilir mi acaba?” Bunların hangisini hangi akla göre tercih edeceğiz? Bu kitabın bir sâhibi yok mudur? Bu kitabı bize gönderen zât, bu kitap ile nasıl amel edeceğimize yönelik herhangi bir beyânâtta, yönlendirmede bulunmamış mıdır? Elbette bulunmuştur.
Son Din Anlaşılmamış Olabilir mi?
Gerçekten bu din asırlar boyu yaşanamamış, hakikatleri ortaya çıkamamış ve şu son asırda ortaya çıkmış olan birkaç kişi tarafından hakîkatleri bulunabilmiş bir din midir? Böyle bir şey olabilir mi? Niye asırlar boyu insanlar dalâlet üzere yaşasın da son zamanlarda ortaya çıkmış olan bir fikirle birlikte artık Allah’ın dini anlaşılmış olsun? Belli bir zaman diliminden, üç-beş seneden değil asırlar boyu bir dinin anlaşılamamasından, ulemâsından umerâsına bütünüyle dalâlet üzere olmasından bahsedilmektedir. Böyle uçuk bir misâlin hakîkatten payı olması düşünülebilir mi?
Geriye doğru gittiğimizde bu iddianın sahibi olarak Kur’âniyyûn gözümüze çarpmaktadır. İlk asırlara doğru gidersek Hâricîler içerisinde de belli bir fırkanın bunu şiddetle savunduğu görülmektedir. Geriye kalan bölümde ehl-i bidat fırkalarını bile içine katarak beraber bütün bir ümmet vardır. Sadece ehl-i sünnetten bahsetmiyoruz. Mu‘tezilenin bile “dinin kaynağı sadece Kur’ân’dır” şeklinde bir iddiası bulunmamaktadır. Dediğimiz gibi, bunların iddiasına göre sapkın fırkalar da dahil olmak üzere bütün bir ümmetin dalâlet üzere olduğunu görüyorsunuz. Bu iddia ümmet tarihi açısından kişiyi içinden çıkılamayacak açmazlara sokan bir iddiadır.
Rasyonalitenin Gizli Kıstası: Natüralizm – İslâm’ın Kıstası: Sünnet
“Uydurulan Din ve Kur’ân’daki Din” kitabını yazanlar kendilerince dinin kaynağını belirlemişlerdir. Dolayısıyla yazdıkları kitapta bize neyin gerekli olduğunu söylemektedirler. Kitap şöyle diyor:
“Gerekli olan yöntemi belirleyip, temeli doğru kurmak ve bu sayede yaşam ile inanç arasındaki çelişkiyi kaldırmak, sağlam, ayakları yere basan, doğru bir yöntem ile dini anlamanın neticesinde ve yaşam tarzını bu yöntemden kopartamayan bir yaklaşım ile rasyonel mantıklı düzgün bir sonuç ortaya çıkabilir.”[6]
Rasyonel ve mantıklı demesinden de az çok neyi kastettikleri anlaşılmaktadır. Bu konuya daha sonra değineceğiz. Yani iddia sahiplerine göre tekrardan Kur’ân anlayışını, Kur’ân merkezli bir din anlayışını ortaya koymamız gerekiyor. Bunu ortaya koyduğumuzda bütün mevzularımız, meselelerimiz çözülecektir(!)
Bugün fıkhî veya akîdevî belli sorular belirlesek ve bu soruları, Kur’ân bize yeter diyen ve bu iddiayı ekranlarda milyonların önünde dillendiren insanlara sorsak, hepsi ittifak halinde aynı cevabı veremezler.
Sadece Kur’an Diyenler ve Evrim
Mesela “Evrim var mıdır? İslâm’a göre evrim olabilir mi? İslam’a uygun bir inanç mıdır?” diye sorulsa, birisi cevâben diyor ki; “Evrim olamaz. Kur’ân’a taban tabana zıt bir inançtır.” Kur’ân’dan bunu anlamış. Bir diğerine soruluyor, o da diyor ki; “Evrim din ile alakalı, dinle ilgili olan bir mesele değildir, evrime bir Müslüman inanabilir de inanmayabilir de. Kendi tercihi ile alakalı bir meseledir.” Başka birine daha soruluyor, diyor ki; “Evrime inanmayan Müslüman olamaz. Bir Müslüman evrime nasıl inanmaz? Evrime inanmamak İslâm’ı inkâr etmektir.” Bu üç cevap bugün internette mevcuttur. Hayâlî bir şeyden bahsetmiyoruz. Vakıa budur ve bunların hepsi söylenmiştir. Bunların dayanak olarak neyi esas aldıklarına baktığımızda tek cevap alıyoruz: Kur’ân!
“Evrime inanmayan Müslüman olamaz” diyen de Kur’ân’ı delil alıyor. “Evrime inansan da olur inanmasan da olur. Din ile alakalı, dine tealluk eden bir mesele değildir” diyen de Kur’ân’ı delil alıyor. “Evrime inanmak küfürdür, İslâm ile bağdaşmaz” diyen de Kur’ân’ı delil alıyor. Ne yapacağız?
Natüralizm
Maalesef bugün okullarımızda, müesseselerimizde, ekranlarımızda mevcut ve yaygın bir anlayış vardır. Fen, felsefe bu anlayış üzerine kurulmuş ve bugün bilim dediğimiz şey bu anlayıştan beslenmektedir. Bu anlayışın adı Natüralizmdir. Bir diğer arıza olarak da insanı ilahlaştıran hümanizm. Aslında hepsini buraya katabilirsiniz; rasyonalizm, materyalizm. Bütün bu izmler birbirine mezcedilerek bize dayatılmış bir inanç, bir yaşam, bir hayat, bir ilke ve dünya görüşüdür. Bunu inkâr edemeyiz. Bugün modern dünyanın meydana getirdiği bir afet vardır. Bu afetten kimi Müslümanlar ciddî manada etkilenmiş, hatta ölecek boyuta gelmiş durumda can çekişiyor, kimilerimiz biraz daha kolu bacağı kırılmış, ölümcül bir neticeye doğru gitmiyor ama her an gidebilir, kimimiz biraz hasar almış fakat böyle fiziksel olarak sakat diyebileceğimiz bir durumda değil, kimimiz biraz grip olmuş, nezle olmuş durumda, kimimizin de hafif başı ağrıyor ama bu hastalık hepimize bir şekilde sirâyet etmiştir. Çünkü biz bu hastalığın yaygınlaşmasını sağlayan ekranları izliyoruz. Biz bu hastalığın yaygınlaşmasını sağlayan internetten çıkmıyoruz. Çünkü biz bu hastalığın yaygın hale getirildiği sokaklarda, çarşılarda geziyoruz. Bu hastalığa müptelâ olmuş ölüm seviyesine gelmiş insanlarla muhâtap oluyoruz.
Ruhların da kendi arasında bir etkileşimi vardır. Etkileniyoruz, tesirleniyoruz ve hepimiz bir şekilde hasta olmuş durumdayız. Yani modern dünya bu putları tesis edince, bunlar tartışılamaz deyince herkes susuyor. Bugün bilimin tartışılmaz kabul ettiği meseleler niçin tartışılamıyor? Bu gerçektir, hakîkattir, tartışılamaz diye kim söylemiş ve neden tartışılmazdır?
Devam edecek…
[1] Muhammed b. Abdullah el-Ğabban, Fitnetu Makteli Usmân, vd. Riyat, 1419, I/127.
[2] Yûnus, 59.
[3] Yûsuf, 40.
[4] Nisâ, 23.
[5] Bkz. Muhammed b. Ebûbekir er-Râzî, Muhtâru’s-Sıhâh, Mektebetu Lübnan, Beyrut, 1415, s. 375.
[6] İstanbul Kuran Araştırmaları Grubu, (İKRA), Uydurulan Din ve Kur’ân’daki Din, 21.