AkaidMakaleler

Selefîlik ve Tarihsel Süreci -2-

Selefîlik ve Tarihsel Süreci -1- yazımızı okumak için buraya tıklayınız.

Müteahhir Selefiyye

Müteahhir Selefiyye kavramıyla kasıt, İbn Teymiyye ile başlayan ve Vahhâbilik gibi bazı akımlara evrilerek devam eden süreçtir. Bu süreçte artık kendisine bugünkü kullanıma da uygun şekilde Selefîlik diyebileceğimiz selefin tavır ve tarzıyla ilgisi olmayan, tamamen İbn Teymiye’nin aykırı tutumlarına dayanan ve kendi bünyesinde çarpık itikatlar barındıran bidat bir mezhep doğmuştur.

İbn Teymiye, Hanbelilik adı altında başlattığı akımda İmam Ahmed’in akidesiyle desteklenemeyecek görüşlerin müdafii olmuş ve böylelikle ileride selefîlik adına altında zuhur edecek birçok alt akımların düşünce merkezini oluşturmuştur. İbn Teymiye’nin savunduğu görüşler arasında Allah’ın rütbe anlamında değil hakiki olarak âlemin fevkinde olduğu,[1] Allah Teala’ya cisim denmesinin selef akidesine zıt olmadığı,[2] var olmasından hareketle O’na işaret edilebileceği,[3] Müslümanların ve kâfirlerin Allah’ın semada olduğunda ittifak halinde oldukları ve Cenab-ı Hakk’ı bununla sınırladıkları,[4] Allah’ın (celle celalühü), Hz. Peygamber’i (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisiyle birlikte Arş’ın üzerinde oturttuğu,[5] Hz. Peygamber’in kabrini ziyaret maksadıyla yolculuk yapmanın haram olduğu[6] gibi selefin müstakim duruşuyla asla bağdaştırılamayacak olan görüşler vardır.

İbn Teymiye Sonrası

İbn Teymiye’den sonra bu görüşler daha da genişletilip geliştirilerek talebesi İbnu’l-Kayyim tarafından da şiddetle savunulmuştur. Bu bağlamda diyebiliriz ki, müteahhir selefiyyenin beslendiği kaynaklar İbn Hazm, İbn Teymiye, İbnu’l-Kayyim, Emir San‘ânî, Muhammed b. Abdilvehhâb, Muhammed b. Ali eş-Şevkânî gibi isimlerdir.[7]

İmam Ahmed ve Hanbelilik gibi isimler ise tarih boyu görüşlerine itibar katmak için bir kalkan gibi kullanıp istismar ettikleri isimlerdir. Halbuki Hanbelîlik adı altında ortaya çıkarak teşbih ve tecsim itikadını savunan, Cenâb-ı Hakk’ın haberî sıfatlarını mahlûkâtla benzeşecek şekilde anlayıp yorumlayan bu gibi kimse ve ekollerin İmam Ahmed b. Hanbel ile hiçbir alakası yoktur. Bu alakasızlık akidevi meselelerde söz konusu olduğu gibi birçok fıkhî meselede bile kendisini göstermektedir. Günümüzde geleneksel Hanbelîlik ile çağdaş selefîliğin görüşlerini mukayese ederek durumu ortaya koyan müstakil çalışmalar bu söylediğimizin somut bir ispatıdır.[8]

Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’nin İkazı

Bu tarz görüşlerin Hanbeliliği istismar etmesi öylesine rahatsız edici bir hal almıştır ki, Hanbelî ulemanın muhakkiklerinden Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, İmam Ahmed’in ve Hanbelîliğin bu tarz itikadlardan beri olduğuna dair Def‘u Şübheti’t-Teşbîh isimli eseri yazmak zorunda kalmıştır. İbnu’l-Cevzi’ye göre bu tarz görüşler Hanbeliliği öylesine kirletmiştir ki her hanbelî olanın mutlaka mücessim olduğu zannı hasıl olmuştur ve bu töhmetlerin ve kirlerin kıyamete dek temizlenmesi mümkün değildir.[9] İbnü’l- Cevzî’nin bu yaklaşımından da anlaşıldığı üzere ehl-i hadîsin tutumu, İmam Ahmed b. Hanbel’in kelâm ilmine mesafeli oluşu ve o dönemde diğer muhaddislerin de kelâma mesafeli oluşları Selefîler için bulunmaz bir istismâr aracı olmuştur.

Selefîlik ve Vehhâbîlik

İbn Teymiye ile mezhepleşen müteahhir Selefiyye akımı sonraki yıllarda kendi bünyesinde şubeleri de meydana getirmiştir. Bu şubelerin başında Muhammed b. Abdilvehhâb’ın öncülük ettiği ve İbn Teymiye kökenli selefiliğe canlılık kazandırmış olan Vehhâbîlik akımıdır. XIV. Yüzyılın sonlarında Necid’de epey taraftar toplayan İbn Abdilvehhâb, İbn Teymiye’nin görüşlerinden beslenerek zât ile tevessülü caiz görmemiş, ölülerden istimdâd etmeyi ve istiğaseyi mutlak anlamda şirk saymış, nida ederek şefaat talep etmeyi ye caiz görmeyerek tesbih kullanmak ve minare yapmak gibi ameliyeleri de bidat saymıştır.

Selefin görüşü ve duruşundan bağımsız olarak ortaya çıkmış olan bu akıma göre Resulüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sahabe döneminde olmayan her şey bidat sayılmalıdır. Bu düşünceden hareketle kabirlere türbe yapılmasını da sığ bir yaklaşımla haram görerek hicaz bölgesinde yer alan başta sahabe kabirleri olmak üzere diğer büyük zatların kabirlerine yapılmış olan türbeleri bir bir yıkmışlardır.

Selefîlik-Hâricîlik İlişkisi

Kendi düşüncelerince şirk saydıkları amelleri işleyenleri de direk müşrik olarak gördükleri için Haricîleri andıran bir tavırla tarih boyu çok Müslüman kanı akıtmışlardır. Öyle ki, bu ümmetin en büyük fakihlerinden biri olan İbn Âbidîn (rahimehullâh) Reddü’l-Muhtâr’da Vehhabîlik akımının günümüzün hâricîleri olduğunu ifade etmiştir.[10] Yani tarihte bugünkü Selefîlik akımının beslenmiş olduğu ilk kaynak Hâricîliktir. Hâricîlerin âyetleri anlama biçimine, sosyolojik ve psikolojik durumlarına baktığımızda bugünkü Vehhâbî ve Selefî geçinenlerle ciddi bir intıbak içinde olduğunu görmekteyiz. Şu farkla ki Vehhâbîlik bugünkü çehresiyle Suudî Arabistan’da tatbik edilen ve bir yanıyla politik kanata diğer tarafıyla da dinî argümanlara yaslamış bir akımdır.

Selefîlik Akımının Farklı Bir Versiyonu

Buraya kadar yaptığımız özetten de anlaşıldığı üzere Selefîlik, bahusus İbn Teymiye ismi ile kendini göstermiş olan ve sonraları Vehhâbiye ekolünün ortaya çıkmasıyla palazlanmış olan bidat bir akımdır. Tüm bunların dışında bir de son bir asırda Selefilik akımının farklı bir versiyonu olarak ortaya çıkmış olan bazı isimler de vardır. Bunun da tarihi arka planı o dönemlerde İstanbul’da Tanzimat fermanıyla başlayan yeni süreçte yoğun şekilde dillendirilen geleneksel kelâm ve tasavvuf düşüncesinin artık Müslümanların dertlerine çare olamayacağı, artık İslâm dünyasının yüzünü batıya dönmesinin zamanı geldiği sloganlarından etkilenmesine dayanmaktadır.[11] Cemâlüddin Efgânî (ö.1897), Muhammed Abduh (ö. 1905), Reşid Rıza (ö.1935),[12] Muhammed İkbâl (ö.1938), Mehmed Akif Ersoy (ö.1936) gibi isimlerin başını çektiği bu modernist akım da sözgelimi selefi referans aldığını söyleyerek İslâm’ın geleneksel yorumunu yaşadıkları çağa uyarlamak gerektiğini savunmuşlardır. Akif’in meşhur dizelerindeki “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” ifadesi tam olarak bunu vurgulamaktadır. Esasen bu akım, haddini aşan her şey zıttına inkılab eder kaidesinin fehvasınca nassları zahirci bir yaklaşımla ele alan İbn Teymiye çizgisindeki Selefiye’nin doğurduğu bir yaklaşım olması hasebiyle yeni dönem selefîlik olarak literatürde yerini almıştır.

Cihâdçı Selefîler

Bunlara ilaveten zikredebileceğimiz diğer bir zümre de cihâdçı selefîlerdir. Bu grup, Arap dünyasındaki mevcut rejimlere baş kaldıran ve hedeflerine ulaşabilmek için şiddeti meşru gören bir anlayışa sahiptir. Suudî selefîliğin, cihâdî meselelerdeki pasif tutumunun bir aksülameli olarak ortaya çıkan cihâdî selefîliğin ilk belirtileri 1970’li yıllarda ortaya çıkan Cüheyman el-Uteybî ve cemaatinde görülmüştür. Cüheyman ve cemaatinin 1979 yılında, 1744 tarihli din-siyaset ittifakının ruhuna aykırı davrandığı için o zamanki yönetime bir tepki olarak yaptığı Kâbe baskını bunun çarpıcı ilk örneğidir. Bu olay, sonrasında “şuyuhu’ssahve” (uyanış âlimleri) adı altında mevcut yönetime muhalif olan bir çok ilim adamının ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Bu şahıslar silahlı cihadı savunmuşlar ve bu amaçla birçok talebe yetiştirmişlerdir. Selman el-Avde ve Sefer el-Havâlî isimleri bu bapta ilk akla gelenlerdendir.[13]

Canlı Bir Örnek: IŞİD

Son zamanlarda adından epeyce söz ettirmiş olan IŞİD örgütü de bu grubun canlı örneklerindendir. Nitekim Selefî-Vehhâbî anlayışın genel çerçevesi IŞİD’in düşünce kaynağıdır.[14] Tarih boyu bu anlayış beraberinde, Müslüman kanı akıtan IŞİD gibi daha nice örgütler doğurmuş ve doğuracaktır. Fakat ne yazık ki günümüzde IŞİD gibi örgütler konuşulduğu kadar bu örgütlerin üreme kaynağı olan selefî düşünce konuşulmamakta ve tehlike olarak görülmemektedir. Oysa problemin ana kaynağı bu noktada yatmaktadır.

Islahatçı Selefîler

Bunlara mukabil ıslâhatçı selefîler ise sosyal ve siyâsî konulara daha ılımlı yaklaşmaktadırlar. Yeniliklere daha açık tutumlarıyla değişimin şiddetin dışında barışçıl yollarla olabileceği düşüncesindedirler. Bunlar Mısır, Tunus, Libya ve Yemen gibi bölgelerde Arap devrimi sonrasında aktif olarak siyasete katılmışlardır. 1970 yılında İslâmî hareketlerde olduğu gibi selefî gruplarda da bir canlılık görülmeye başlamıştır. Sahve-i İslâmiyye ve ed-Da‘vetu’l-İslâmiyye gibi fırkalar bu hareketliliğin ürünlerindendirler.[15]

Çağdaş Selefî Ekollerin Sınıflandırılması

Çağdaş selefiye ekollerini, selefîlik akımının resmî makamını temsil eden ‘Geleneksel Selefilik’, Ülu’l-emre mutlak itaatle karakterize edilen ‘Camiyye ya da Medhaliyye selefîliği’, Muhammed b. Abdilvehhâb ve Seyyid Kutub’un düşünce sistemi üzerine kurulu çağrıya dayalı politik bir düşünce ekolü olan ‘Harekiyye ya da Sürûriyye selefîliği’, Tağut’u reddetme ve Tağutî sistemlerle şiddete dayalı fiilî mücadele sloganı üzerine kurulu ‘Cihadiyye selefîliği’ şeklinde sınıflandırmamız mümkündür.[16]

Suriye iç savaşında da aktif rol alan Nusra cephesi, Hürrâsu’d-dîn, Ahrâru’ş-Şâm, Cündu’l-Aksa, Livâu’l-Aksa ve Ceyşu’l-İslâm gibi gruplar da güncel selefî oluşumların örneklerindendir. Selefî düşüncenin kaçınılmaz bir sonucu olarak bu örgütlerden bir kısmı da diğerini tekfir etme ve onunla mücadele etme eğilimi göstermişlerdir.[17] Hiç şüphesiz ki bu durum selefîliğin usul yoksunluğu probleminden kaynaklanan tarih boyu tekerrür etmiş trajikomik bir vakadır.

Netice

Meselemizi tamamlarken şunu da hemen ifade edelim ki, hadisenin teknik boyutu her ne kadar bu son saydığımız ekolleri Selefiyye olarak saymamızı gerektiriyor olsa da günümüzde Selefiyye dendiğinde akla gelen fırka İbn Teymiye ve onun çizgisini devam ettiren gruplardır.

Bu grupların her ne kadar dilleri farklı olsa da Müslümanları bidata veya şirke nispet etmek, tekfirde aşırıya gitmek gibi hususlarda aşağı yukarı aynı noktada buluşmaktadırlar. Günümüzde sosyal mecralar üzerinden tek vücut halinde tasavvufa saldırmaları, su-i misali emsal kılarak sapkın tarikatları ehl-i tasavvuf insanları karalayabilmek için malzeme olarak kullanmaları ve hedefe giden her yolu mübah sayıp her türlü iftiraya teşebbüs ederek yüzbinlerce Müslümanı şirke, küfre nispet etmeleri bu çizginin ümmet adına ne denli büyük bir tehlike arz ettiğinin göstergesidir.


[1] İbn Teymiye, Beyânu Telbîsi’l-Cehmiyye fî  Te’sîsi bida’ihimu’l-Kelâmiyye, (Thk: Yahya b. Muhammed el-Huneydî), Mecma’u’l-Melik Fahd, Medîne-i Münevvere,  1426,  II/390.

[2] İbn Teymiye, Minhâcu’s-Sünneti’n-Nebeviyye  fî Nakzi Kelâmi’ş-Şîati’l-Kaderiyye, Camiatu’l-İmam Muhammed b. Suud el-İslâmiyye, 1986, Baskı: I, II/105.

[3] İbn Teymiye, Minhâcu’s-Sünneti’n-Nebeviyye fî Nakzi Kelâmi’ş-Şî’ati’l- Kaderiyye, II/335.

[4] İbn Teymiye, Muvâfakatu Sarîhi’l-Ma’kûl li Sahîhi’l-Menkûl, II/29-30.

[5] İbn Teymiye, Mecmû’u’l-Fetâvâ, IV/374.

[6] İbn Teymiye, İktizâu’s-sırâtı’l-müstakîm, Dâru âlemi’l-kütüb, Beyrut-Lübnan, 1999, B.VII, II/182.

[7] Bkz. Zekeriya Güler, “Selefî Hareketin Tarihî Kökenleri ve Yöntem Problemi”, Marife, Yıl: 9, Sayı: 3, 2009, s. 47-74.

[8] Mesela bkz. Mustafa Hamdo Alyân Hanbeli, es-Sâdetu’l-Hanâbile ve’htilâfuhum me‘a’s-Selefiyyeti’l-Mu‘âsıra fi’l-Akîdeti ve’l-fıkhi ve’t-Tasavvuf, Daru’n-Nûr; Roman Meraliyev, Geleneksel Hanbelîlik ve Çağdaş Selefîlik İlişkisi, Konya, 2022.

[9] Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, Def‘u Şübheti’t-Teşbîh, Thk: Muhammed Zâhid el-Kevserî, el-Mektebetu’l-Ezheriyye li’t-Türâs, Mısır, s. 9.

[10] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1412, Baskı: II, 4/262.

[11] Mustafa Keskin, Selefiye’nin İnanç Esasları, Konya 2001, s. 16.

[12] Örneğin, Reşid Rızâ’nın Menâr dergisinde yayınlanan bazı makalelerinden müteşekkil olan el-Hilâfe ve’l-İmâmetu’l-Uzmâ isimli eserinin bir bölümüde Rıza, Necidli insanların Hanbelî selefî olduklarını söylemektedir. Bu eseri notlarla tercüme eden Laoust, Reşid Rızâ’nın bu ifadeleriyle Vehhâbîleri kastettiğini söylemekte ve Vehhâbî ideolojisine sempati duyduğundan dolayı onları böyle nitelediğini belirtmektedir. Bkz. Henri Laoust, Le Califat Dans La Doctrine de Rasid Rıda, Mémoires De L’Institut Français de Damas, Beyrouth 1938, s. 255, [Hakan ATALAY, Islahat Hareketleri ve Selefîlik, Ankara, 2016, s.87]

[13] Bekir ALTUN, Selefîlik- Vahhâbîlik ve Türkiye’deki Faaliyetleri, İstanbul, 2015, s. 89.

[14] Bkz. Mehmet Şakir TOPRAK, Selef İnanç Sisteminin Günümüze Etkisi, Bursa, 2019, s. 69.

[15] Canip KOCAOĞLU, Selefîliğin Ortaya Çıkışı ve Bölgesel Etkileri, Bursa, 2020, s. 9.

[16] Heyet, Akîdetü’tTâa ve TebdîulMuhtelifisSelefiyyetilCâmiyye, Dubai: Merkezü’l-Misbâr li’d-

Dirâsât, 2012. [Somiah Mohammed Najeeb Hassan Mohammed, İslam Düşüncesinde Selefî Yaklaşım ve İbn Teymiye, İzmir, 2020, s. 30-31]

[17] Berker Yaldız, Selefîlik ve Suriye İç Savaşında Selefî Örgütler Arasındaki Çatışmalar, İstanbul, 2019, s. 39-48.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu