AkaidMakaleler

” Zat ile Tevessül”ün Kur’an’dan Delilleri

 “Zat ile Tevessül”ün Delilleri

Sem’î delillere geçmeden önce zikretmemiz gereken iki önemli nokta vardır:

1. Zat ile tevessül, aslında ameller ile yapılan tevessülle aynıdır. Çünkü bir zatın Allah katında değer ve konum sahibi olmasının sebebi o kişinin amelleridir. Değerli bir amele sahip olmayan hiçbir zat veya kulun Allah katında bir kıymeti olmaz. Bundan dolayı başkasının duası ile veya ameller ile yapılan tevessülün sıhhatine delil olan her şey, zat ile yapılan tevessülün de sıhhatine delil olmaktadır.

2. Ayrıca ameller de tıpkı zatlar gibi mahluktur. Bu açıdan aralarında hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla ameller ile tevessülü caiz görürken, zat ile tevessülü caiz görmeyen kişi neye göre tercih yapmıştır?

Bu iki noktayı zikrettikten sonra sem’î delillerden ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin zikrine geçebiliriz.

Kur’an-ı Kerîm’den Deliller

1. Ayet-i Kerime:

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَابْتَغُوا إِلَيْهِ الْوَسِيلَةَ

“Ey iman edenler Allah’tan korkunuz ve ona ulaşmak için vesile arayınız” (Maide, 35)

Ayetteki “el-vesile” ifadesideki lâm-ı ta’rif, Arapça kaideleri açısından dört anlamda kullanılmış olabilir:

  • Ahd-i Hâricî
  • Ahd-i Zihnî
  • İstiğrak
  • Cins

Şimdi bunları tek tek inceleyelim. el-Vesile’deki lâm-ı ta’rîfin “ahd-i harici” için kullanıldığını söyleyemeyiz. Çünkü ayetin gerisinde tevessülle ilgili hiçbir ifade geçmemektedir. “Ahd-i zihni” olduğunu da söyleyemeyiz. Çünkü şer’î nasların hiçbir yerinde bilinen ve tevessül dendiğinde akla gelen bir tevessül ifadesi yoktur. Buradaki lam-ı tarif, tüm fertlerini kapsayan “istigrâk” için de olamaz. Çünkü istiğrak için olduğu durumda vesilenin anlamının putları da kapsaması gerekir. Bu durumda el-Vesile’deki lam-ı tarifin “cins” olmasından başka bir ihtimal kalmamış olmaktadır.

Ayette geçen “vesile” ifadesi mutlak olarak zikredilmiştir. Usul ilminde şöyle bir kaide vardır: “Mutlak bir ifade hilafına bir karine bulunmadığı zaman mutlak olarak değerlendirilir.” Ayette mutlak olarak zikredilmiş olan vesile kelimesini, tevessülün üç kısmından biriyle kayıtlayacak bir takyid ifadesi bulunmadığından, buradaki vesile ifadesinin -tıpkı kendisiyle tevessül yapmanın haram olduğu putlar gibi- tevessül bi’z-zatı kapsamadığı söylenemez. Yani buradaki vesile, haramlılığı hakkında delil bulunan putlarla tevessül yapmak gibi şeyler dışında Allah’ yaklaştırma ihtimali olan her şeyle emredilmiştir.

Dolayısıyla şu ortaya çıkar ki ayet-i kerime, kendisi hakkında nehiy varid olmamış her tevessülün caiz olduğuna delalet eder. Bu sebeple ayet, nebiler ve salih kulların zatları ile tevessülü de kapsar. Çünkü bunlarla tevessülün haram kılındığına dair bir delil yoktur. Kaldı ki zat ile yapılan tevessülün doğrudan cevazına delalet eden deliller de mevcuttur. Bunları ilerde zikredeceğiz.

Zahid el-Kevserî (rahimehullah) şöyle dedi: Genel manada vesile, şahıslar ve ameller ile yapılan tevessülü de kapsamaktadır. Hatta iftiracı ve yalancı kimselerin uydurmalarına rağmen, ulema arasında tevessül dendiğinde akla ilk gelen de bunlardır. Bu konuda canlı ve ölü arasında ayrım yapmak ancak şu iki inançla mümkündür:

1. Öldükten sonra ruhların yok olduğuna inanmak. Bu düşünce insanı öldükten sonra dirilmeyi inkara götürür.

2. Bedenden ayrılınca ruhun hiçbir idrakinin kalmadığına inanmak. Bu düşünce bu konuda vârid olan nassları inkâr etmeyi gerektirir.[1]

2. Ayet-i Kerime:

وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا

“Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman sana gelseler de günahlarına mağfiret dileseler, Peygamber de kendileri için istiğfar ediverse idi elbette Allah’ı tevvâb ve rahîm bulurlardı.” (Nisa, 64)

Bu ayet Efendimiz ile hem hayatında hem de vefatından sonra şefaat dilenileceğine dalalet etmektedir. Ayetteki gelme ve istiğfar talep etme işi şarttan sonra zikredilmiştir. Fiilin, şarttan sonra zikredilmesi onun hayatı ve ölümü kapsadığına delalet eder.

Ayrıca ayette Nebi ile yapılan tevessülün tövbeye tesir ettiğine dair de delil vardır. Çünkü Allah, Peygamberimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisi hakkında istiğfarda bulunduğu kişilerin tövbelerini kabul edeceğini, ayetin “elbette Allah’ı Tevvâb ve Rahîm bulurlardı” kısmında tekitli bir şekilde vadediyor. Halbuki başka ayetlerde kulun kendisi için Peygamber Efendimiz ile tevessül yapmaksızın yaptığı istiğfarda bu tekidi görememekteyiz:

وَمَنْ يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللَّهَ يَجِدِ اللَّهَ غَفُورًا رَحِيمًا

“Kim bir fenalık yapar yahut nefsine zulmeder de Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı, çok merhametli bulur.” (Nisa, 110)

İbn Kesîr (rahimehullah) bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: İbnü’s-Sabbağ’ın da içinde bulunduğu bir grup alim, Utbî’den şu meşhur kıssayı nakletmiştir. Utbî der ki: Bir gün Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kabri başında oturuyordum. Bir bedevi kabre geldi ve şöyle dedi: Sana selam olsun ey Allah’ın elçisi. İşitim ki Allah, “Kim bir fenalık yapar yahut nefsine zulmeder de Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı, çok merhametli bulur” buyuruyormuş. Ben de günahlarıma istiğfar ederek ve Rabbime karşı senden şefaat dilenerek sana geldim. Bunun üzerine bedevi şu şiiri okudu:

“Ey kemikleri toprağa defnedilenlerin en hayırlısı
Onun kemikleri sayesinde toprak temiz oldu
Senin yattığın toprağa nefsim feda olsun
Ki iffet, cömertlik ve kerem o kabirdedir”

Sonra da çekip gitti. O gidince gözkapaklarım ağırlaştı ve uykuya daldım. Rüyamda Resulullah’ı gördüm. Bana şöyle dedi: Ey Utbî! Bedeviye yetiş. Onu Allah’ın affettiğini söyleyerek müjdele”[2]

Bu kıssa Utbî Kıssası diye meşhurdur. Bu kıssanın sübutunu muhaliflerimiz inkâr etmektedir. Bu konuya ileriki bölümlerde değineceğiz.

3. Ayet-i Kerime:

وَلَمَّا جَاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُوا فَلَمَّا جَاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِهِ فَلَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الْكَافِرِينَ

“Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkâr ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkârcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti inkârcıların üzerine olsun.” (Bakara, 89)

Yahudiler Nebi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) bi’setinden önce müşriklere karşı onun zatı ile tevessül yaparak fetih ve zafer talep ediyorlardı. Ayette geçen يستفتحون lafzı bunu ifade etmektedir. Bu ayetin tefsirinde İmam Maturidi şöyle demektedir: Yahudiler Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) gönderilmeden önce onun vesilesi ile yardım dilenirlerdi ve şöyle derlerdi: “Ey Allah’ım! Bize göndereceğin Peygamber’inin hakkı için yardım et.”

Bu durum zat ile tevessülün cevazına delalet eder. Çünkü bizden öncekilerin şeriatı Allah (celle celalühü) veya Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından bize kıssa edilip nesh edilmediği zaman bizim için de bağlayıcı olur.

Bu mana Hâkim’in (rahimehullah) İbn Abbas’tan (radıyallahu anhuma) rivayet ettiği bir hadisi şerifte de mevcuttur. İbn Abbas şöyle dedi: Hayber’de Yahudiler Gatafan kabilesi ile savaşıyordu. Çarpışma başladı ve Hayber Yahudileri yenilgiye uğradı. Yahudiler şu dua ile Allah’a sığındılar: “Ey Allah’ım! Ahir zamanda bize göndereceğini vadettiğin ümmi ve nebi olan Muhammed hakkı için düşmanımıza karşı bize yardım etmeni istiyoruz.” Bu dua ile yardım dilenip tekrar Gatafan ile karşılaştıklarında Gatafan’ı hezimete uğrattılar. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderildikten sonra ise onu inkar ettiler. Bunun üzerine Allah bu ayeti indirdi

4. Ayet-i Kerime:

أُولَئِكَ الَّذِينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ إِلَى رَبِّهِمُ الْوَسِيلَةَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُ

“(Müşriklerin ilâh diye tapındıkları) bunlar (Melekler), içlerinden hangileri hayır yapmakla (Allah’a) daha yakın olacak kaygısı ile Rablerine vesile ararlar; rahmetini umarlar ve azabından korkarlar.” (İsra, 57)

Bu ayetin zat ile tevessülün cevazına delalet etmesi de yine birinci ayette olduğu gibidir. Orda söylenen şeyler buradaki “el-vesile” lafzı için de geçerlidir.


[1] Zahid el-Kevserî, Makâlâtu’l-Kevserî, 286.

[2] İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 2/601-602.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu