MakalelerTasavvuf

Tasavvuf Bidat Midir?

Tasavvuf bidat midir?

Tasavvufun bidat olduğunu söyleyen selefî kesimin delillendirmelerine baktığımızda bidat meselesini son derece yüzeysel şekilde ele aldıklarını görmekteyiz. Zira lüğavî ve şer‘î tasnifini yapmaksızın Aleyhissalâtü vesselâm Efendimizin zamanından sonra çıkan hemen her şeye bidat demek hem yüzeysellik hem de meseleyi bilmemektir.

Muhammed Zekeriyya el-Kendehlevî, böylelerinin din için yeni bir çığır açmak/el-ihdâsu li’d-dîn ile dinde bir şey uydurmak/el-ihdâsu fi’d-dîn arasındaki farkı bilmediklerini ifade etmektedir.[1]

Bir Meselenin Bidat Sayılabilmesi İçin Gerekli Şartlar

Ulema da bu bağlamda dinde bir şeyin bidat sayılabilmesi için bazı şartların bulunması gerektiğini söylemişlerdir. Bunları şöyle özetlememiz mümkündür:

  • Bidat denilen mesele dinle alakalı bir mesele olmalıdır. Gündelik dünya işleriyle taalluk eden konular bidat sayılamazlar.
  • Bidat denilen mesele dinin asıllarına ve kat‘î naslara muhalif olan, işlenmesi durumunda bu nasların iptalini gerektiren bir iş olmalıdır.[2]

Bu şartlardan da anladığımız üzere Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile sahabe döneminde olmayan her işin bidat olduğunu söylemek son derece isabetsiz bir görüştür. Nitekim bidat, İbn Hacer’in o enfes ve veciz tarifiyle “Daha sonraları ortaya atılıp şeriatta hiçbir aslı olmayan şey”dir.[3]

Konuya dair eş-Şâtıbî’nin[4] ve İzz b. Abdisselâm’ın[5] tarifleri de aynı neticeyi vermektedir. Dolayısıyla tasavvufta bulunan evrâd-u ezkâr, râbıta, murakabe, tevesssül gibi ameliyelerin asıllarının şeriatta var olup olmadığına bakmaksızın bidat olarak telakki edilmesi ilmî bir tavır olabilir mi? Bu ameliyelerin -bizzat olmasa da- illet ve keyfiyet bakımından benzerleri Kur’an ve sünnette mevcut iken ve bu konular rivayet ve dirayet açısından müstakil eserlerle ele alınmışken selefî kesimin sathî yorumlarının hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.

Delilin Her Zaman Sarih Olmasına Gerek Yoktur

Tasavvufî ameliyelere dair delillendirmeleri zorlama teviller olarak yorumlamaları da usul ilminden yoksun olmalarından kaynaklanmaktadır. Zira eğer selefi kesim bugün bizlerin müstehap veya edep telakki ederek işleye geldiğimiz birçok hükmün müctehidler tarafından nasıl delillendirildiğini usûlî açıdan inceleyecek olsalar bu delillendirmeleri de zorlama olarak kabul etmeleri gerekir. Oysa İslâm’ın bir şeyi müstehap veya mendub olarak kabul etmesi için bizzat sarih ismiyle kitap ve sünnette bulunmasına gerek yoktur. Bilakis nassın işareti, delaleti veya ıktızasıyla sabit olmuş hükümler de amel edilmeye konu olması bakımından ziyadesiyle önemlidir.

Tasavvuf bidat midir sorusu her ne kadar uzun tafsiller ve cüz’î delillendirmelere muhtaç bir konuysa da böylesine kısa bir yazıda meseleye ana tema olarak nasıl yaklaşmamız gerektiğine dikkat çekmiş olduk. Şu halde tasavvufî ameliyelerin mesnedlerine, şer‘î nasların zımnına mündemiç olabilme yönlerine, konuyla ilgili yazılmış hacimli eserlerdeki ilmî tahlillere bakılmaksızın bidat olarak telakki edilmeleri taassuptan başka bir şeyle izah edilemeyecek olan bir tutumdur.


[1] Muhammed Zekeriyya el-Kendehlevî, Telâzumu’ş-Şerî‘a ve’t-Tarîka, Mektebetu’-d-Dirâye, Thk: Ömer Faruk Korkmaz, 2019, Baskı: I.

[2] Abdü’l-İlâh Hüseyn el-Arfec, Mefhûmu’l-Bid‘a, Daru’l-Feth, Ürdün, 2012, Baskı: II, s. 68

[3] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bâri, Daru’l-Ma‘rife, Beyrut, 1379, XIII/253

[4] Ebû İshâk eş-Şâtıbî, el-İ‘tisâm, el-Mektebetu’t-Ticariyyetu’L-Kübra, Mısır, I/37

[5] İzz b. Abdisselâm, Kavâ‘idu’l-Ahkâm, Thk: Taha Abdürraûf Sa‘d, Mektebetu’l-Külliyyâti’l-Ezheriyye, Kahire, 1991, II/204

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu