FıkıhMakaleler

Yorumcunun Muhatap Olmasına Göre Nassların Mahiyeti 4/5

Bir önceki yazımızda müteşabih nasslara yaklaşım şekillerini incelemiştik. Dileyen buraya tıklayarak okuyabilir.

Nakil

Nakil, aslında bir işin ismidir. Günlük hayatımızda da kullandığımız nakil lafzı, “bir haberi veya bir nesneyi taşımak” anlamındadır. Fakat nakil, ıstılahi olarak “dinin kaynağından bize kadar naklolunan/taşınan/aktarılan şeyler” anlamında kullanılmaktadır. Demek ki “nakil” derken, dinin kendisini oluşturan şeyi yani dinin kaynağını kastediyoruz. işte bu noktada şu soruyu sormamız gerekiyor: Dinin kaynağı ve işlevi nedir?

Biz insanlar açısından dinin/naklin kaynağı, ilahi olan her şeyin bize kendisinden taştığı Peygamberimiz’dir. Çünkü Peygamberimiz ﷺ, insanlığın ilahi/kutsal olan ile hakiki ve şeksiz bir şekilde iletişim kurduğu tek kapıdır ve dinin/naklin kaynağı ile kastettiğimiz ister Kurân-ı Kerim olsun, ister hadis-i şerifler olsun hepsi Peygamber Efendimiz’in ﷺ ağzından çıkan sözlerdir. Dinin/naklin asıl ve hakiki kaynağı ise Allah’tır ﷻ. Peygamberimiz’in ﷺ, dinin kaynağı olması, bizim muhatap olmamız açısındandır ve mecazidir. Fakat Peygamberimiz’in ﷺ muhatap olduğu dinin kaynağı ise hakiki ve gerçek kaynak olan Allah’ın ﷻ kendisidir.

Peygamberimizin Şârî Olması Mecazidir

Allah ﷻ ile Peygamberimiz ﷺ arasındaki bu hakiki-mecazi ilişkisini şu şekilde de anlamak mümkündür; dinde Peygamberimiz’in ﷺ hüküm koyma yetkisi vardır, yani o, hakim ve Şâri’dir. Fakat bu, Efendimiz’in ﷺ hevasından konuşmaması ve onun her konuştuğunun vahiy olmasından kaynaklanmaktadır.[1] Bu durum ise Efendimiz’in ﷺ her konuştuğunda ilahi bir onayın olduğunu bize göstermektedir. Demek ki Efendimiz ﷺ, hüküm koyma yetkisini Allah’tan ﷻ almaktadır. Dolayısıyla o hakiki hüküm koyan değil mecazi hüküm koyandır.

Naklin işlevi, tıpkı akıl gibi insana delil ve rehber olmasıdır. O, Allah’tan ﷻ korkanlar için bir hidayet rehberi, bir yol göstericidir.[2] O, insana geldiği yeri, gidebileceği yerleri ve yaratılış amacını bildirerek insanın, varlığı ve alemi anlamlandırmasını sağlamıştır. Nakil, insanın ilkin düşünce ve kalp alemine, sonra ise davranış/fizik alemine şekil verir ve bu alemleri  ilahi iradeye muvafık şekilde yoğurup kıvama getirir. İnsanı yoktan vareden Yaratıcı ﷻ, bu nakil ile onu yani insanı ihsana ve iyiliğe ulaştırmak ister. Bir şeyin mahiyetini/hakikatini en iyi ve şüphesiz bir şekilde onu yapan bilir. İnsanın ve alemin mahiyetini/hakikatini de en iyi onu yaratan bileceği için, Allah’ın ﷻ insanın kurtuluşu veya alemin hakikati hakkında göndermiş olduğu vahiyler, insan için mutluluğa erişmek hususunda göz ardı edilemez bir niteliktedir.

Nakil ile Aklın Tabiatı

Nakil ve aklın işlevleri bir olduğu halde tabiatları birbirinden farklıdır. Akıl, aşağıdan yukarı doğru hareket ettiği halde nakil, yukarıdan aşağı doğru hareket eder. İlk bölümde metin bağlamında açıkladığımız gibi, ifade-istifade örneğini burası içinde kullanabiliriz. Naklin tabiatı kendisini ifade etmektir. O, kavranmak ve anlaşılmak ister. Akıl ise bunun tam tersine istifade etmek, kavramak ve anlamak ister. Naklin hareketinin yukarıdan aşağı olması ise kutsal ve yüce olandan/Allah ﷻ katından alçak olana/insana gelmiş olmasıdır. Nakli ham maddeye benzetebiliriz, bu durumda da akıl ham maddeyi işleyip dönüştüren kuvvet olmaktadır. Fakat nakil ham maddesi de diğer ham maddeler gibi kendilerinden her şeyin üretilmesine imkan vermezler. Yani ondan canınızın her istediğini üretemezsiniz. Mesela bu örneği yukarıdaki İmam-ı Gazzali’nin saymış olduğu tutumlardan bazılarına uygularsak diyebiliriz ki, mutlak akılcılık, ham maddeyi, o ham maddenin işlenme ve dönüşme imkanının ötesinde işleyip dönüştürerek onun fıtratını bozmak; mutlak nakilcilik ise, ham maddeyi hiçbir işleme tabi tutmadan olduğu gibi bırakmaktır. Fakat o ham maddeden istifade edebilmenin şartı, ne onu olduğu hal üzere bırakmaktır, ne de mahiyetinin izin verdiğinden daha fazla işleyerek onun fıtratını bozmaktır.

Akıl

Akıl yukarıda da değindiğimiz gibi bir hidayet rehberidir ve hidayete erebilmek için olmazsa olmaz bir şeydir. Akıl da vahiy gibi ilahi bir rehberdir. O, nakle göre varolma sıralamasında birinci ve üçüncü rehberdir, nakil ise ikinci rehberdir. Çünkü Allah ﷻ, nakli/vahyi akıl sahiplerine göndermektedir. Yani bir rehber olarak aklın nakilden önce insanda bulunması gerekmektedir. Aklın birinci rehberliği, vahyin vahiy olduğunu anlamak hususundadır. Daha sonra ikinci rehber olan nakil gelir. Bunun rehberliği ise zaten güzel olanı arayan akla[3] güzel olanı işaret etmektir. Aklın ikinci rehberliği ise, birinci aşamada hakiki vahiy olduğunu idrak ettiği vahyin içeriğini anlamaktır.

Aklın işlevi ise anlamaktır. Yukarıda da değindiğimiz gibi nakil ifade etmek, anlaşılmak ve kavranmak ister. Akıl ise istifade etmek, anlamak ve kavramak ister. Akıl, bu kavrama işini donuk bir şekilde gerçekleştirmez. Yukarıda söylediğimiz gibi akıl, ham maddeyi işleyen bir makine gibidir ve ham maddeye, onu işlemenin zorluğu seviyesinde farklı işlemler uygular. Ne bütün ham maddelerin tek bir tabiata sahip olduğunu söylemek, ne de bütün ham maddelerin aynı işleme tabi olması gerektiğini söylemek akıllıcadır. Bu iki tutum da hatalıdır ve hatalı sonuçlar elde edilmesini sağlar. Mesela biraz daha açık ifade edersek, akıllı kimsenin aklı, muhkem ayetler ile müteşabih ayetleri eşit bir seviyede anlayamaz ve aynı hükmü veremez. Eğer muhkem ve müteşabih ayetlere açıklık seviyeleri eşitmiş gibi aynı hükümleri verirse bu durumda hatalı bir işlem yapmış olur.

Akıl, naklin içine doğduğu bir mekan gibidir. Çünkü Allah ﷻ, bir kimseye naklin/teklifin yönelebilmesinin ön şartı olarak aklı koymuştur. İdrak eden olmadan naklin bir değeri olamaz. Çünkü değer, idrak edenin idrak edilene yüklediği bir anlamdır. Dolayısıyla aklı mutlak anlamda pasifleştirmek, murad-ı ilahiyi anlamanın önüne set çekmek; nakli mutlak anlamda pasifleştirmek ise, güzel olana dair zandan öte bir şeye sahip olamamaktır. Zan ise hak namına hiçbir şey ifade etmez.[4]

Akıl-Nakil Çelişir mi?

Akıl ile nakil çelişmez. Çelişki, aklın idrak edememesi, hüküm verememesidir. Yani çelişki nakil ile değil akıl ile ilgili bir şeydir. Nakil ile aklın çelismesi için, naklin söylediği bir hükmün akıl tarafından idrak edilemiyor/kavranamıyor bir mahiyette olması gerekmektedir. Nakil ile akıl bazen çelişiyor gibi görünse de, bu aslında o nakli akledenin aklın işleyişini ve sınırlarını bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Burada mantık ilmini bilmenin önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü fizik alemin kanunları/sınırları nasıl fizik ilmi ile biliniyorsa, akli alemin kanunları/sınırları da mantık ilmi ile bilinmektedir. Dolayısıyla mantık ilmini reddetmek, akli alem hakkındaki bilgiyi reddetmek anlamına gelecektir. Bu ise akıl-nakil dengesi kuramamayı, nakli hatalı yorumlamayı doğuracaktır.

Akıl ile nakil birer rehberdirler, Kendilerinden hareket ettiğimiz birer zemindirler. Dolayısıyla bizim düşünce dünyamızın şekillenmesine kaynaklık etmektedirler. Bu açıdan akılcılık demek, düşünce dünyasına sadece aklı rehber kılmak ve nakil ile akıl çelişir gibi göründüğü zaman, nakli mahiyetinin izin vermediği ölçüde değiştirerek tahrif etmek veya nakli inkar etmektir.

Nakilcilik ise, akli ilkeleri bilmediğinden dolayı, nakil ile akıl çelişir gibi göründüğü zaman, nakli mahiyetinin izin verdiği ölçüde dahi yoruma tabi tutmayıp çelişkili bir şekilde kabul etmektir. Bu ise naklin “ne söylemek istediğine” değil de “ne söylediğine” bakarak, asıl maksud olan, kavranmak istenen manayı idrak edememektir.

Akıl ve nakil, söylediğimiz gibi düşünce dünyasının kaynaklarıdır. Fakat tefviz, zahiri anlam ve te’vil birer kaynak değil işlem/yöntemdir ve kaynak/sebep olmadığı gibi nisbeten de sonuçtur. Mesela müteşabih ayetlerin zahiri anlamını benimsemek mutlak nakilciliğin veya nakli asıl kabul etmenin bir sonucu ve gereğidir; tefviz ve mutedil te’vil ise orta yolu tutmanın sonucu ve gereğidir; aşırı te’vil ise mutlak akılcılığın ve aklı asıl kabul etmenin sonucu ve gereğidir.

Bir sonraki yazımızda bunlar üzerinde duracağız.


[1] ﴿وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَى ۞ إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى﴾ “O, hevasından konuşmaz. O’nun konuştuğu ancak vahiydir.” (Necm Suresi, 3-4)

[2] Bakara Suresi, 2

[3] Fakat akıl vahiy gelmediği sürece neyin gerçekten güzel olduğunu hissedecek/zannedecek fakat emin olamayacaktır. Aklın güzelliğe dair olan zanları, ona vahyin vahiy olduğunu anlamak hususunda bir zemin oluşturacaktır. Vahyi idrak etmekle birlikte aklın, neyin güzel olduğuna dair şüpheleri izale olacaktır. Çünkü her şeyin mahiyetini/hakikatini o şeyi yapan/yaratan bilir. Vahiy de bu alemin yaratıcısının bu alem hakkındaki bilgilendirmesi olduğuna göre aklın vahiyde, yani onun getirdiği bilgilerde bir şüphesi kalmayacaktır.

[4] ﴿إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا﴾ “Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez.” (Necm Suresi, 28)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu