Fikriyat

Mekke Döneminde Kıtal (Savaş) İzninin Verilmemesi

Küçük Cihad ve Büyük Cihad

Mekke Döneminde Kıtal (Savaş) İzninin Verilmemesi

Mekke’de Resül-ü Ekrem efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) kıtal izni verilmedi.

Kendisine yapılan kötülükleri, iyilikle savması tavsiye edilmişti. Böyle yaptığı takdirde düşman olanların dost olacağı bildiriliyordu. Şahsına yapılan hakaretleri hoş görmesi, af yolunu tutması ve iyi davranması emrediliyordu. (A‘raf 199; Fussilet, 34)

“Kıtal”e İzin Verilmeme Hikmetleri

Mekke’de “kıtal”e izin verilmemesinin çeşitli nedenleri vardır. Bu nedenler, tebliğin izlediği yolun işaret taşlarıdır. Nedenleri şöyle sıralayabiliriz:

1- Her şeyden önce tevhidin omuzlarında yükseleceği bir cemaatin olması gerekmektedir. Araplar, çok çabuk kızan, en ufak sebeplerle savaşa giren, sabırsız ve tahammülsüz insanlardı. Hayatlarının büyük bölümü kabile savaşları ile geçerdi. Ancak, tevhide inananların savaşması için cahilî nedenler söz konusu olamazdı.

Allah Teala, savaşılması ve durulması gereken yeri ve zamanı en iyi bilendir. Heva ve heveslerine esir olmayan, tevhid yolunda en ağır işkencelere katlanabilecek, sabır metanet ve cesaret gösterebilecek çelikten bir cemaatin oluşmasını istiyordu.

Medine’si olacak bir toplumun Mekke’si, çeliğine su verilme, denenme, çarklardan geçme ve yanıp pişme dönemi olmalıydı. Sabır kabı taşma noktasına gelmeli ve taştığı zaman da önüne çıkan pislikleri temizleyip silmeliydi. İliklerine kadar iman dolu bir toplum olmalıydı bu.

2- Araplar arasında korkunç bir kabilecilik taassubu hüküm sürmekteydi. Mekke’de savaşa izin verilmesi demek, her evi bir savaş alanı haline getirmek demekti.

İlk tebliğ edilen yerin kan gölü olmasını tevhid, kabul edemezdi.

3- Araplar şeref ve haysiyetlerine oldukça düşkün bir milletti. Resül-ü Ekrem efendimizin kendisine işkence yapanlara hoşgörülü davranması, onlardan intikam almaya kalkmaması Araplar üzerinde silinmez ve derin etkiler bırakıyordu. Mekke’de Haşimoğulları’na uygulanan üç yıllık boykot müthiş bir direnişle karşılaşmış ve sonunda boykota son verenler yine o boykotu koyanlar olmuştur.

4- Mekke’deki mü’minler sayıca, savası kazanabilecek bir sayıya sahip değildi. Oldukça az idiler. Çoğunluğu da zayıf ve güçsüz kişilerdi. Silah ve donanımları da oldukça yetersizdi.

Cenab-ı Hak nurunu tamamlamayı diliyor, bu yüzden de tevhidin bayrağını, taşıyacak ve onu yayacak bu çekirdek toplumun daha doğuş evresinde yok olup gitmesini istemiyordu büyük ihtimalle.

Bu acılardan bakıldığında Mekke döneminde savaşa kalkışmak yok olup gitmek ve sünnetullaha uymamak anlamına gelirdi. Bu saydıklarımız ve bunlar gibi sebeplerden dolayı Mekke’de savaşa izin verilmedi. Resül efendimizden ve iman edenlerden, sabretmeleri, dayanmaları, cesaretlerini yitirmemeleri ve Allah Teala’ya tevekkül etmeleri istendi.

Resül-ü Ekrem efendimiz davasından ve İslam’ı tebliğ etmekten zerrece taviz vermiyordu. Çünkü Cenab-ı Hak: “Emrolunduğun gibi ol. Hevalarına uyma, vahyolunana sarıl.” (Şura, 15) emir buyurmuştu. O, müşrikler ne derse desin aldırış etmiyordu. Sabrediyor ve vazifesini düşünüyordu.

Cenab-ı Hak, resülüne söyle emretmişti: “Sakın kafirlerden bazılarına verdiğimiz servete gözünü dikme. İman etmedikleri için de üzülme. Kanaatkâr ve mütevazi davran.” (Hicr, 88).

Müşrikler cüsse, fizik, mal ve güç yönünden kendilerinden üstün olsalar bile bu, onların önünde eğilme nedeni asla olamazdı.

Küçük Cihad ile Büyük Cihad

Resül-ü Ekrem efendimizin Bedir savaşı dönüşünde buyurdukları ve tüm hayatını kuşatan bir hadis-i şerifleri vardır:

“Şimdi, küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz. Yani nefs ile cihada.”

Bu hadis-i şerifi yorumlayan bir kışım muhaddisler, nefis ile cihadın düşman ile cihattan daha faziletli olduğu sonucunda birleşmişlerdir. Bu tür sonuca varanların bir bölümü düşmana karşı savaşa çıkmayıp, kendilerini nefs ile cihad etmeye yöneltmişlerdir.

Cihad, İslam’ı yaşamak ve yaşatmanın adıdır. Cihad, nefisle olur, düşmanla olur heva ve hevesle olur, dünyevi arzularla olur.

Cihad, uğraşmaktır. İslam için yaşamaktır. Resûller ve onların yolunda gidenler, mükellef oldukları dönemden dünyadan göçtükleri döneme kadar nefisleri ile cihad içindedirler. Düşmanla cihad edebilmek için nefisle cihad etmek şarttır. Nefislerini düşmanla cihad edecek olgunluğa eriştiremeyenler zaten düşmanla cihad edemezler. Çünkü cihad, mal ve canla yanı nefisle olur. Nefsini Allah’a itaat ettirebilmeli ve O’nun yolunda kurban olabilecek düzeye getirebilmelidir.

İslam’ın düşmanlarıyla, yani şirkle yapacağı savaşın ilk aşaması olarak nefsiyle savaşa başlaması emrediliyordu Resül-ü Ekrem efendimize.

Nefisle savaş ölünceye kadar sürer. Daha doğrusu cihat, nefisle olsun, düşmanla olsun son nefese kadar daimdir.

Sünmeyen, her zaman yapılmayan ve saldırılara karşı yapılması emredilen “mukatele” yani savaştır, silahlı veya silahsız çatışmadır, öldürme veya öldürülmedir.

Resûl-ü Ekrem efendimize Mekke’de iken yapmasına izin verilmeyen ve emredilmeyen şey sadece “mukatele, savaş” idi. Nitekim cihada izin verdiği söylenen ayette de cihada değil, mukateleye izin verildi denmektedir.

Bilmeliyiz ki şu ayet-i celileler Mekke’ de nazil olmuştur:

Kafirlere itaat etme ve onlarla büyük bir cihad et.” (Furkan, 52)

Kim cihad ederse kendi nefsi için cihad eder.” (Ankebut, 6)

Bizim için cihad edenleri, yollarımıza ulaştırırız.” (Ankebut, 69)

Şunu da bir gerçek olarak unutmayalım ki Mekke’de nazil olan bir mukatele ayeti de yoktur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu