AkaidMakaleler

Ayıntâbî Yusuf Efendi’nin (ö. 1117) Eş‘arî-Mâtürîdî İhtilafına Dair Kasidesi (İnceleme-Metin) -1-

Müellif Yusuf Efendi ‘nin Terceme-i Hali

Yusuf Efendi hakkındaki bilgiler, genel olarak talebesi Merzifonlu Abdurrahman Eşref Efendi’nin Tezkiretü’l-Hikem’i ve Âkifzâde’nin el-Mecmû‘una dayanmaktadır. Bunların dışında müellifin kendi eserlerinden veya nüshalarının kayıtlarından bazı bilgiler elde etmek de mümkünüdür.

Doğumu

Buna göre Yusuf Efendi, Ayıntâb’da (Gaziantep) doğdu. Doğum tarihine dair bilgi yoksa hicri on birinci yüzyılın üçüncü çeyreğinde doğduğu tahmin edilebilir.

Mısır Seferi

İlk tahsilini asrındaki alimlerden yaptıktan sonra Kahire’ye giden Yusuf Efendi, orada “alâ vechi’l-itkân” İbn Hişâm’ın Muğni’l-Lebîb’ini okudu ve edebî ilimleri tahsil etti. Yine oradaki muhaddislerden de rivâyeten ve dirâyeten istifade etti. 3 sene boyunca Vefk, Tılsım, Coğrafya ve Astronomi gibi ilimlerde mahir olan Ebu’l-Hasen el-Mağribî’nin meclislerine katıldıktan ve ondan kütüb-i sitte icazeti aldıktan sonra Anadolu’ya döndü. Fazla geçmeden Şirvan’a gitti ve orada Şifâ-i Şerif okuttu.

Buhara Seferi

Burada da fazla kalmayan Yusuf Efendi Mâverâünnehir bölgesine gitti ve Buhara’ya yerleşti.  Buhara’da Şeyh Bedreddin isimli bir zattan Şerh-i Tecrîd, İşârât, Tûsî’nin Tahrîr’i ve Batlamyus’un Mecistî’si gibi felsefe ve astronomiye dair kitaplar ve  Irâkî’nin Elfiyye’si, Pezdevî’nin Usûl’ü gibi hadis ve usul kitapları da okudu. Aynı zamanda Nakşibendi şeyhi olan Şeyh Bedreddin’e intisap etti.

Tefsîrî Mehmed Efendi’ye Mülazemeti

Daha sonra tekrar Anadolu’ya dönen Yusuf Efendi, o esnada Kadı Mîr’in Hidâyetü’l-Hikme şerhine Lârî’nin hâşiyesini okutmakta olan Tefsîrî Mehmed Efendi’nin (ö. 1111) derslerine katıldı ve 7 sene Sivas’ta ikamet etti.

Müderrisliği ve Talebeleri

Dönemin şeyhülislamı Mehmed Efendi’nin Ladik’te bina ettiği medreseye müderris tayin edildi ve buradaki vakitlerini 20 talebesiyle birlikte mütalaa ve eser telifi ile geçirdi.

Yusuf Efendi’nin bir eserinin kenarında müelliften nakledilen notlar sema kaydı ile olduğuna göre bu nüshanın müstensihi Muhammed b. Ali onun talebelerinden olmalıdır. Terceme-i halinin kaynağı olan Kıbrıs Mollası Abdurrahman Eşref Efendi de onun talebelerindendir.

Hacca Gidişi ve Vefatı

15 senelik bir tedris döneminden sonra 1117 senesinde hacca gitti ve dönüş yolunda Mekke ile Medine arasında vefat etti. [1]

Abdurrahman Eşref, vefat senesine dair net bir şey söylememişse de 1117 senesi haccından dönüşünde vefat ettiğine göre bu aynı sene olmalıdır. Âkifzâde’nin 1151 senesinde vefat ettiğine dair verdiği bilgi ise hatalıdır.[2] Nitekim 1122 senesinde talebesinin talebesi Kefevîzâde Seyyid Ahmed tarafından “merhum” olarak anılmıştır.[3]

Eserleri

“Her kötüden daha kötüsü o kötüyü bilmemektir” sözü gereğince her ilmi haddi zatında değerli gören; herhangi bir ilmi aşağılamayı büyük hata olarak sayan ve neredeyse her ilimde behre sahibi olan Yusuf Efendi, aynı zamanda Arapça Farsça ve Türkçe şiirler yazabilecek kadar ciddi şair idi.

Bazı kaynaklarda ve yazma nüshalarda “Yusuf el-İtâkî, Müderris Yusuf Efendi” gibi künyelerle anılan ve Hanefi-Mâtürîdî olan müellifin tespit edilen eserleri şunlardır.

  • Kasîde-i Mîmiyye

Burada yayınlayacağımız eser olup ilerde zikredilecektir.

  • Lârî Hâşiyesine Hâşiye

Ebherî’nin Hikmete dair Hidâyetü’l-Hikme’si üzerine Kadı Mîr’in şerhine Lârî’nin hâşiyesi üzerine bir hâşiyedir. Müellif, hocası Tefsîrî Mehmed Efendi’den okuduğu bu eser üzerine daha sonra haşiye yazmıştır. Eserin iki nüshası tespit edilmiştir.[4]

  • Risâle fi’l-Usturlâb[5]

Bunların dışında müellifin birtakım eserlere ve nüshalara yazdığı takrirler ve düştüğü notlar da vardır. Nitekim Yusuf Efendi’nin farklı eserleri bir araya getirdiği ve muhtemelen notlar düştüğü mecmuadan faydalanılarak hazırlanan bir mecmua, Amasya İl Halk Kütüphanesindedir.[6] Âkifzâde’nin onu “sahib-i havâşi’n-nüsah” olarak zikretmesi de bunu teyit eder.

el-Kasîdetü’l-Mîmiyye

Eserin Mahiyeti ve İsmi

Talebesi Abdurrahman Eşref’in de Yusuf Efendi’ye nispet ettiği eser,[7] Vâfir bahrinden 63 beyitlik bir manzumedir. Yusuf Efendi’nin özel bir isim vermediği eserini medresede belki defalarca okuttuğu, nüshaların kayıtlarındaki takrir ve minhüvatlardan anlaşılmaktadır.

Telif Tarihi

Yine nüshalarda “Ladik’te müderris Yusuf Efendi’nin eseri” olarak zikredildiğine göre müellif, bunu müderris olduğu 1102 senesi ile vefat ettiği 1117 seneleri arasında yazmış olmalıdır. Belki kasidenin sonunda müellifin, hocası Tefsîrî Mehmed Efendi’ye rahmet okuması, eserin Mehmed Efendi’nin vefat tarihi olan 1111 senesinden sonra yazıldığını düşündürmektedir.

Muhtevası

Bir beyitte hamd ve selam ile başlayan eser, hemen konuya giriş yapar ve Eş‘arî ve Mâtürîdî arasında ihtilaflı olan meseleleri zikretmeye başlar. Genelde her iki tarafın değil de sadece Mâtürîdîlerin görüşünü zikretmekle yetinen eserde işlenen konular şöyledir:

1. Hüsün-Kubuh

Mâtürîdîlere göre “akıl, îcâb ve hüküm olmaksızın bazı şeylerin hasen/güzel/iyi ve bazılarının da kabîh/çirkin/kötü olduğunu bilebilir.” Eş‘arîlere göre ise şeriat gelmeden önce hiçbir şeyin ve fiilin kendisinde aklın idrak edebileceği bir hüsün ve kubuh yoktur.

Bu mesele Eş‘arî-Mâtürîdî arasındaki en bariz ihtilaflardan biridir ki bu, birçok fer‘î meseledeki ihtilafın temelini teşkil eder. Nitekim müellif, bu meseleyi zikrettikten sonra bu meselenin fer‘i olan beş ihtilafı da şöyle sıralar:

  • Mâtürîdîlere göre “herkesin akılla Allah’ın var ve bir olduğuna iman etmesi vaciptir. Şirk de li-zâtihi kabîh bir şeydir.” Eş‘arîlere göre ise şeriattan önce hiçbir şey vacip olmadığı gibi iman da vacip değildir. Aynı şekilde hiçbir şey li-zâtihi kabîh olmadığı gibi şirk de li-zâtihî kabîh değil, Allah’ın yasaklaması ve üzerine azap tertip etmesi sebebiyle kabîhtir.
  • Mâtürîdîlere göre “Allah’ın küfrü affetmesi aklen/hikmeten mümkün değildir.” Eş‘arîlere göre ise bu aklen mümkündür ve aklen mümkün olan her şeyi Allah Teala yapıp yapmamakta tercih sahibidir.
  • Mâtürîdîlere göre “Allah’ın itaatkâr bir Müslümanı ebedi cehenneme, bir müşriki de ebedi cennete alması aklen/hikmeten mümkün değildir”. Eş‘arîlere göre ise bu aklen mümkündür. Fakat naslarda bunun tam tersi vaad edildiği için vaki olması imkansızdır.
  • Mâtürîdîlere göre “akıl sahibi bir sabinin buluğa ermemiş olsa bile Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmesi sahih ve vaciptir”.
  • Mâtürîdîlere göre “tebliğin ulaşmadığı kişiler (ehl-i fetret), akıl ile Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmemekte mazur değillerdir. Akılla Allah’ı bulabilecek kadar düşünmeye vakti yetmeden ölen kimse ise kimi alimlere göre azap görmez. Eş‘arîlere göre ise sabinin de ehl-i fetretin de iman etmesi vacip olmadığı gibi sahih de değildir. Zira onlar iman etmeye ehil değillerdir.”

2. Kelâm-ı Nefsînin İşitilmesi

Mâtürîdîlere göre “Allah Teala’nın kelam sıfatı’nın yani kelâm-ı nefsînin işitilmesi imkansızdır. Belki işitilen şey, ona delalet eden kelâm-ı lafzidir”. Zira Mâtürîdîlere göre işitilmenin illeti ses olmaktır. Kelam-ı nefsîyi kabul edenlerin ittifakıyla kelam-ı nefsî ses ve harf olmadığından onun işitilmesi imkânsız olacaktır. Eş‘arîlere göre ise görülmekte olduğu gibi işitilmenin illeti de varlıktır, var olan her şeyin işitilebilmesi aklen mümkündür. Dolayısıyla ses ve harf olmayan kelâm-ı nefsî işitilebilir.

3. Bekâ Sıfatı

Mâtürîdîlere göre “Allah Teala’nın bekâ sıfatı, diğer sübûtî sıfatlar gibi zata zait bir sıfat olmayıp, vücudun müstemir/devamlı olması anlamında izafi bir sıfattır ve hariçte zait bir varlığı yoktur.”.

Bu meseleyi tam anlamıyla Eş‘arî-Mâtürîdî ihtilafı olan meselelerden saymak zordur. Zira burada genel olarak alimlerin ihtilafı vardır. Nitekim Eş‘arîlerden İmam Bâkillânî, Cüveynî ve Râzî (rahimehumullah) da bu konuda müellifin yukarda Mâtürîdîlere nispet ettiği görüşe katılmaktadır. [8] Bekânın zata zait bir sıfat olduğu görüşü İmam Eş‘arî’ye aittir ki el-Mûcez isimli eserinde bunu zikreder.[9]

4. Mükellimiyyet Meselesi

Her iki tarafın da ittifakı üzere Allah Teala’nın kadim ve zatıyla kaim kelam sıfatı vardır ve bu anlamda ezelden beri mütekellimdir. Fakat ezelden beri mükellim olup olmadığı ihtilaflıdır. Mâtürîdîlere göre Allah Teala’nın mükellim olması, Musa (aleyhisselam) kıssasında olduğu gibi kelam-ı nefsîsine delalet kelam-ı lafzisini bir zata işittirmesi anlamında olup kadim ve ezeli değildir. Belki işiten kişinin işittiği anda meydana gelen ve kelam sıfatına arız olan hadis bir izafetten ibarettir. Dolayısıyla “İbnü’l-Hümâm’ın da içinde bulunduğu büyük bir çoğunluğu göre mükellimiyet farklı bir ezeli sıfat değildir”.

Eş‘arîlere göre mükellimiyyet, Allah Teala’nın kadim kelam-ı nefsîsinin ilerde var olacak olan madumlara taalluk etmesi anlamındadır ve bu anlamda mükellimiyyet de ezelidir.[10]

5. Kün-Fe-Yekûn Meselesi

Mâtürîdîlere göre Allah Teala’nın irade ettiği bir şeyi yaratması kudret ve tekvin sıfatları ile olmaktadır. “Bir şeyi dileyince ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir” (Yasin, 82) gibi ayetlerden maksat, “Allah Teala’nın yaratmasının hızlı olması, onun iradesinin hemen gerçekleşmesi anlamındadır.” Eş‘arîlere göre ise Allah’ın bir şeyleri yaratması, kudreti ve teşbih ve temsil olmaksızın ezeli hitabı olan Kün (كن) iledir. Serahsî ve Pezdevî (rahimehumallah) gibi bazı Hanefi alimler de bu konuda Eş‘arîlere katılmıştır. [11]

6. Tekvin Meselesi

Mâtürîdîlere göre “Allah Teala’nın zatıyla kaim ve kudretten farklı bir tekvin/halk sıfatı vardır ve tekvin ile mükevven aynı şeyler değildir.” Tekvin, Allah Teala’nın kadim sıfatı, mükevven ise tekvin sıfatı ile yaratılan şeylerdir. Eş‘arîlere göre ise tekvin, zait bir sıfat olmayıp kudret sıfatının bir taallukudur.

Bu meselede kudretin tefsiri temeldir. Zira Eş‘arîler, kudreti tesir, icat ve halkı da kapsayacak şekilde tefsir ettikleri için farklı olarak tekvin diye bir sıfat isbât etmemişler, Mâtürîdîler ise kudreti yapabilirlik anlamında “temekkün” şeklinde tefsir ettikleri için tekvin sıfatını isbât etmişlerdir.

Birçok Mâtürîdî kelam kitabında tekvin ile mükevvenin aynı şey olmadığı zikredilmiş ve aynı şey oldukları görüşü Eş‘arî’ye/Eş‘arîlere nispet edilmiştir. Fakat Eş‘arîlerin böyle bir görüşü olduğu sabit değildir. Olsa bile maksatları, hariçte mükevvin/müessir ve mükevvenden/eserden başka bir şey olmadığı; ikisi arasındaki tekvin denilen şeyin aklî bir itibar/izafetten ibaret olduğu anlamındadır. Yoksa onlar, bir sıfat veya taalluk ile mahlukattan bir şeyin aynı olduğunu söyleyecek değillerdir. Doğrusunu Allah Teala bilir.

7. İsim-Müsemmâ Meselesi

Mâtürîdîlere göre “isim, müsemmânın aynısıdır. Bu konuda bazı Eş‘arîler de Mâtürîdîlere katılmıştır.” Müellif kasideye yazdığı takrirde mesela “Zeyd” kelimesinin lafzının “tesmiye”, mefhumunun isim, mâ-sadakının yani hariçteki ferdinin ise müsemmâ olduğunu zikreder.

8. Allah Teala’nın Fiillerinin Muallel olması

Mâtürîdîlere göre “Allah Teala’nın fiilleri salâh/hikmet ile mualleldir. Fakat bu, onun salah olanları yapması vacip (vâcib-aleyh) manasında değildir.” Eş‘arîlere göre ise Allah’ın fiilleri muallel değildir.

9. Vücûd-Zat Alakası

Yusuf Efendi burada bariz bir Eş‘arî-Mâtürîdî ihtilafı olmayan bu meseleyi zikreder. Vücûdun zata zait olduğunu; aynısı olmadığını ve “ehl-i kelamın cumhurunun” bu görüşte olduğunu ifade eder.  Buradan müellifin bu meseleyi bir ihtilaf meselesi olarak almadığı anlaşılabilir. Nitekim Hanefî-Mâtürîdî olan müellif, Şeyhzâde’nin Eş‘arîlere nispet ettiği[12] görüşü burada benimsemiştir. Doğrusunu Allah Teala bilir.

10. İradenin Ma‘dûma Taalluku

“Mâtürîdîlere göre ma‘dûm, irade edilmeye elverişli değildir.” İlerde zikredeceğimiz nüshaların dördünde irâde şeklinde zikredilmişse de böyle bir konunun Eş‘arî-Mâtürîdî arasında ihtilaflı olduğunu bilinmemektedir. Bir nüshada ise “irâde” yerine “irâe” geçmektedir ki (mümkün) ma‘dûmun görülmesi meselesi iki fırka arasındaki ihtilaflardan biridir. Nitekim Nûreddin Sâbûnî ve Şeyh Reşîdüddin (rahimehumallah) arasında bu konuda bir münazara cereyan etmiştir.[13]

11. Mahabbet-Rıza-İrade Alakası

Mâtürîdîlere göre “Allah Teala’nın mahabbeti ve rızası iradeden farklıdır.” Nitekim küfür, şirk ve diğer çirkin işler, Allah’ın iradesi altında olmasına rağmen orada mahabbeti ve rızası yoktur.  Müellif burada Eş‘arîlerin görüşü hakkında sarih bir şey söylememişse de zımnen onların Allah Teala’nın mahabbeti ve rızasının iradesiyle aynı olduğu görüşünde olduklarını söylediği anlaşılmaktadır.   Nitekim eserle benzerlik arz eden Nazmü’l-Ferâid’de de bu şekilde geçmektedir.[14]

Öncelikle bilinmesi gereken her iki fırkanın da Allah Teala’nın iradesinin iyi-kötü her şeyi kuşattığı konusunda ittifak halinde olduklarıdır. Bundan sonra mahabbet (ve aynı manada rıza) ile iradenin alakası kelam kitaplarında konu edilmiştir. Ulemanın çoğu irade ile mahabbet arasında umum-husus-mutlak olduğu; var olan her şeyin Allah Teala’nın iradesiyle, bazılarının ise (iyilikler ve itaatler) irade ve mahabbetiyle olduğu görüşündedir. Yine de bazı Eş‘arî alimlerin “irade ile mahabbet birdir/aynıdır” gibi ifadeler kullandıkları görülür.[15] Fakat bu, onlara göre Allah Teala’nın küfrü sevdiği ve ondan razı olduğu manasında değildir. Bilakis meselenin temelinde mahabbet ve rıza kelimelerine verilen mana vardır.

Cüveynî’nin (rahimehullah) da içinde bulunduğu bazı alimlere göre Allah Teala bizim bildiğimiz anlamda sevmekten/meyletmekten münezzeh olduğu için Allah Teala için kullanılacak mahabbet ve rıza kelimelerinden kasıt, irade olacaktır. Dolayısıyla irade ve mahabbetin tanımları tamamen eşittir. Bu anlamda “Allah Teala küfre küfür olarak mahabbet eder, isyanlardan isyan olarak razıdır” denilmesinin sebebi budur.[16] Fakat İbnü’l-Hümâm’ın (rahimehullah) da ifade ettiği gibi[17] mahabbetin tamamen irade anlamında kullanılması, bazı naslara muhaliftir. Dolayısıyla bu olsa olsa kullanımsal bir hata olabilir. Yoksa hiçbir Eş‘arî alim, Allah Teala’nın küfrü sevdiğini ve ondan razı olduğunu söylemiş değildir.

Cumhur ulemaya göre ise mahabbette iradeye zait bir mana daha vardır. Dolayısıyla irade ile mahabbet arasında geride geçtiği üzere umum-husus-mutlak olacaktır. İmam Eş‘arî (rahimehullah) da bu görüştedir.[18]

Râzî menheci ile ifade edecek olursak mahabbet kelimesi, mefhum olarak;

  • Ya irade ile müsavidir ki Cüveynî gibi bazı alimlerin görüşüdür. Bu durumda “irade ile mahabbetin mâ-sadak/fert olarak müsavi olup olmadığını tartışmak manasızdır.
  • Ya da değildir, belki mahabbette iradeye zait bir mana vardır. Bu durumda irade mahabbete;
  • Ya mâ-sadak olarak da müsavidir ki yanlış olan kısım burasıdır ve Ehl-i Sünnet’ten hiçbir alim bunu söylemiş değildir.
  • Ya da değildir, belki aralarında umum-husus vardır. Bu da cumhur ulemanın görüşüdür.

Sonuç olarak burada net bir şekilde Eş‘arî-Mâtürîdî ihtilafı olduğunu söylemek zordur. Belki sadece mahabbet ve rızanın tefsirinde bazı Eş‘arî alimlerin farklı görüşü vardır. Doğrusunu Allah Teala bilir.

12. Kaza-Kaderin Tarifi

Mâtürîdîlere göre “kader, Allah Teala’nın ezelde her şeyi olacağı zaman/mekan/şekilde belirlemesi/tahdid etmesi, kaza ise her işini muhkem bir şekilde yapması manasındadır.” Eş‘arîlere göre ise kader Allah Teala’nın ezeli iradesi, kaza da zamanı geldiğinde bu iradenin taalluk etmesi demektir.

13. Teklif-i Mâ-lâ-yutâk

Mâtürîdîlere göre “Allah Teala’nın bir kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şeyle mükellef kılması aklen/hikmeten muhaldir.” Eş‘arîlere göre ise bu mümkündür.

14. Hal Meselesi ve Cebir

Yusuf Efendi burada Matürîdîlere göre halin sabit olduğunu zikreder. Hal meselesi genel olarak iki fırka arasındaki ihtilaf meselesi değilse de burada maksat, Nazmü’l-Ferâid’de olduğu gibi kulun îkâ‘ının/kesbinin/azm-i musammeminin mevcut ile ma‘dûm arasında hal/vasıta olduğu manasında olmalıdır. Nitekim irade meselesinden önce zikredilmiştir. Bu ihtilafta Mâtürîdîlere göre kesp, tekvin ve kudretin taalluk etmediği bir hal, Eş‘arîlere göre ise ademî bir itibardır.

Yine burada müellif, kulların irade sahibi olduğunu ve onların fiillerinin cebri olmadığını zikreder. Daha sonra bu konuda birtakım soruların ve cevapların olduğunu zikredip beyti bitirir. Müellif, bu soruları ve cevapları eseri tedris ettiği dönemde zikretmiş olmalıdır ki metin bölümünde görüleceği üzere bir nüshanın kenarında ispat edilmiştir.

15. Kesbin Tesiri

Mâtürîdîlere göre “kul bir fiile teşebbüs ettiğinde ve Allah Teala yarattığında kulun kudretinin o fiile tesiri vardır.”. Müellif burada tasrih etmemişse de kulun kudretinin tesiri fiilin vasfına olmalıdır. Eş‘arîlere göre ise kulun kudretinin hiçbir şekilde tesiri yoktur.

16. Kudretin Zıtlara Elverişli Olması

Mâtürîdîlere göre “kulun bir kudreti, birini tercih etmek üzere iki zıt fiile aynı anda elverişlidir.” Eş‘arîlere göre ise her fiilin kudreti kendine hastır. Mesela Ahmet iman ettiği zaman, Mâtürîdîlere göre faraza kafir olsaydı kullanacağı kudret ile iman etmiştir. Eş‘arîlere göre ise imanı tercih etmesiyle kafir olsaydı kullanacağı kudret yok olmuş, elenmiştir.

17. Sebeplerin Tesiri – Kuvvet-i Mûde‘a

Mâtürîdîlere göre “alemdeki sebeplerin sonuçlara bir tesiri vardır ve bu Allah Teala’nın yaratmasıyladır.” Müellif burada yemek örneğini vermektedir. Şüphesiz ki insan yemek yediği zaman doyar. Bu “doyma” sonucunda “yemek” sebebinin tesiri vardır ve bu Allah Teala’nın yaratması iledir. Yani Allah, yemeğe doymaya sebep olabileceği bir kuvvet vermiştir. Ateşe yanmaya sebep olabilecek kuvveti verdiği gibi.

Eş‘arîlere göre ise alemdeki hiçbir şeyin hiçbir şeye tesiri yoktur. Belki bunların hepsi tek müessir olan Allah Teala’nın vasıtasız olarak yaratmasıyla meydana gelir. Sebep sonuç dediğimiz şeyler, Allah’ın peş peşe yaratığını gördüğümüz şeylerden ibarettir.

Burada müellif bir beyit ile kulun kudretine kesp dendiğini ve bunu İmam Mâtürîdî’ye mahsus olmadığını ifade eder.

18. Kafirlerin Furû‘ ile Mükellef Olması

Mâtürîdîlere göre “kafirler imandan artı olarak furû‘ ve ameller ile mükellef değillerdir.”. Eş‘arîlere/Şâfi‘îlere göre ise mükelleflerdir.

19. İbadetlerin Ecirleri

Mâtürîdîlere göre naslardan dolayı ibadetlerin ecri kesin olarak verilecektir. Fakat Mutezile’nin dediği gibi bu kulun zati istihkakı ve karşılığını vermek Allah’a vacip değildir.

20. Peygamber Göndermenin Vücûbu

Mâtürîdîlere göre “Allah Teala hikmet sahibi olduğu için peygamber göndermesi vaciptir (vâcib minhü).  Bazı Mâtürîdîler, Mutezile’ye benzememek için bu konuda “vacip” demekten kaçınmıştır.

Eş‘arîlere göre aklî vücûb diye bir durum olmadığından her iki meselede de görüşleri bellidir.

21. Hikmetin Tarifi

Mâtürîdîlere göre “mahmûd (övülesi) bir akıbeti olan şeye hikmet denir. Eş‘arîlere göre ise bir fiilin failinin maksadına uygun olması demektir.”

22. Kadın Peygamber Meselesi

Mâtürîdîlere göre “kadının peygamber olması imkansızdır. Zira kadının mahremiyeti, peygamberlik vazifesi olan tebliğin gereği şöhrete münafidir”. Eş‘arîlere göre ise peygamberlikte erkek olma şartı yoktur, kadının peygamber olması aklen mümkündür. Bu meselede vakiyi konuşmak için ise peygamber, nebi, rasûl kavramlarını ve ince farklarını iyi tahkik etmek lazımdır.

Yusuf Efendi burada bir beyit ile esasında ihtilaf meselesi olmayan fakat İmam Mâtürîdî’nin (rahimehullah) tefsirinde bolca vurgu yaptığı “peygamberlerin masum olmasının onların imtihanda olmasına zıt olmadığı ve bunun onların günah işlemekten aciz oldukları anlamına gelmediği” konusuna değinir.

23. Melek-Beşer Üstünlüğü

Mâtürîdîlere göre “meleklerin avamları insanların avamlarından üstün değildir”. Buradaki ibareden anlaşılan, Eş‘arîlere göre meleklerin üstün olduğu anlaşılmaktadır.

24. Azap veya Ölüm Anında Tövbe

Mâtürîdîlere göre “can boğaza geldikten sonra edilen tövbe de sahihtir.”. Burada ve Nazmü’l-Ferâid’de Eş‘arîlere bu tövbenin sahih olmadığı görüşü nispet edilir.

Yusuf Efendi burada ihtilaf konularından olarak bilinmeyen birkaç meseleyi kısaca zikreder:

  • Hakkın taaddüt etmesi meselesi: İçtihat eden kimse, Allah Teala katındaki hükme isabet etmeyebilir.
  • Hilafet için zamanın en faziletlisi insanı olmak şart değildir.
  • Hayvanların haşredilmesi hesap ve ceza için değildir.
  • Öldükten sonra diriliş, maddelerin bölünüp parçalanıp tekrar birleşmesi anlamında değildir. Belki bütün cisimler tamamen yok olup tekrar mevcut olarak iade edilecektir.
  • İmam Mâtürîdî’nin insan ruhunun mücerret olduğu görüşünde olduğu rivayet edilmiştir. Ruhun müşahede edilen beden/heykeldeki bir hal olduğu görüşü de vardır.

25. Mukallidin İmanı

Mâtürîdîlere göre “aklî delil olmadan iman eden mukallidin imanı sahih ve geçerlidir.” Yine burada ve Nazmü’l-Ferâid’de Eş‘arîlere göre her meseleyi akli delille bilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

26. İman-İslam Alakası

Mâtürîdîlere göre “İslam ameller ve farzlar değil imanın kendisidir.”. Dolayısıyla onlara göre iman-İslam birdir. Buradan Eş‘arîlerin iman ile İslam arasında fark gördüğü anlaşılıyorsa bu vaz‘ ve lügat farkıdır, örfi mana ve mâ-sadak farkı değildir. Dolayısıyla her müminin müslim, her müslimin de mümin olduğu konusunda ittifak olmalıdır.[19]

27. Mümâseletin Tarifi

Mâtürîdîlere göre “mümâselet iki şeyin zatlarında (nefsî sıfatlarında) ortak olması demektir. Eş‘arîlere göre ise bütün sıfatlarda ortak olmaya mümâselet denir.”

28. Nakli Delillerin Katiyet İfade Etmesi

Mâtürîdîlere göre “naklî deliller yakîn/kesinlik ifade edebilir.” Eş‘arîlere göre ise zan ifade eder.

29. Müvâfât Meselesi

Mâtürîdîlere göre “sa‘îd şakî, şakî de sa‘îde dönüşebilir. Kişilere iman-küfür ve saadet-şekâvet gibi isimler, öldükleri zamana göre değil bu vasıflara sahip oldukları ana göre verilir. Şâfi‘î/Eş‘arîlere göre ise itibar sonadır.”

30. İmanda İstisna Meselesi

Mâtürîdîlere göre “imanda istisnâ yapıp “ben inşallah müminim” demek imanda bir şüphe olma ihtimaline binaen caiz değildir”. Eş‘arîler ise bunu caiz görüp şüphe değil de bilmediğimiz akıbete hüküm vermemek anlamında alırlar.

31. İmanın Artması ve Eksilmesi

Meşhur ihtilaf meselelerinden biri olan burada Mâtürîdîler imanın artıp eksilmeyeceğini; Eş‘arîler ise artıp eksilebileceğini savunur. İtibarların farklı olması dolayısıyla bu ihtilaf da bir önceki mesele gibi birçok alim tarafından lafzi sayılmıştır.

Yusuf Efendi burada imamın takva sahibi olmasının cevaz değil evleviyet şartı olduğunu meselesini zikreder.

Böylece meseleleri sona erdiren müellif 8 beyitlik hatimesinde şunları zikreder:

  • Bu manzume ciddi bir şekilde okunup anlaşılmalıdır.
  • Yusuf Efendi bu manzumeyi birçok kaynaktan istifade ederek ve tertip ve tehzibinde ciddi gayret göstererek hazırlamıştır.
  • Ashâb (Mâtürîdîler), ihtilaf konularını tefrik ve temyiz etmeden Eş‘arî kitaplarının okunmasını yasaklamıştır. Nitekim İmam Pezdevî (rahimehullah) “Ebu’l-Hasen el-Eş‘arî’nin hata ettiği meseleleri bilen ve hata veçhini anlayan bir kimsenin onun kitaplarını okumasında bir beis yoktur” der.[20]
  • Eş‘arîleri bidate nispet etmek veya onlara taan etmek doğru değildir.
  • Müellif eseri yazdığı esnada Harşene (Amasya) Ladik’te ikamet etmektedir.
  • Müellifin adı Yusuf olup her ilimde mütebahhir olduğu halde tefsir ilmine nispet edilen Tefsîrî Efendi’nin talebesidir.

Eserin Kaynakları

Yusuf Efendi hatimede birçok kaynaktan istifade ettiğini yazar. Neredeyse her nüshanın sonunda -bir nüshada müellif hattından menkul olduğu kaydıyla- bu kaynakların ismi verilmiştir:

  • et-Tavzîh, Sadruşşerîa Ubeydullah b. Mes’ûd el-Mahbûbî (ö. 747).
  • el-Kifâye, Nûreddin Ahmed es-Sâbûnî (ö. 580)
  • el-Mu‘tekad ve şerhi el-Mu‘temed, Ebu’l-Berekât Hâfızuddîn Abdullah en-Nesefî (ö. 710).
  • Şerhu’l-Umde, Aynı zatın Umde isimli metni üzere şerhtir. Hangi şerh olduğuna dair bilgi yoktur.
  • Ferâidü’l-Kalâid, Ali b. Ali b. Ahmed el-Buhârî (ö. 967).
  • Hidâyetü’lMürîd, İbrahim el-Lekânî (ö. 1041)
  • etTarîkatü’l-Muhammediyye, Birgivî Mehmed Efendi (ö. 981).
  • elFetâvâ, Hâfızuddîn Muhammed b. Muhammed el-Bezzâzî (ö. 827).
  • elMüsâyere, Kemâlüddîn Muhammed b. Abdülvâhid İbnü’l-Hümâm es-Sivâsî (ö. 861).
  • Şerhu’lKasîdeti’n-Nûniyye, Şemseddin Ahmed Hâyâlî (ö. 875).
  • Şerhu’lVasiyye, Ekmelüddin Muhammed b. Muhammed el-Bâbertî (ö. 786).
  • Miftâhu’s-Sa‘âde, Taşköprîzâde Ahmed Efendi (ö. 968).

Kaynakları neredeyse aynı olması sebebiyle eser konuların içeriği ve sayısı açısından kendisinden yaklaşık 15-20 yıl sonra telif edilen Nazmü’l-Ferâid’e benzerlik arz etmektedir.

Nüsha Tavsifi

Eserin 6 nüshası tespit edilmiştir:

  • Amasya Nüshası (أ)

Amasya İl Halk Kütüphanesi nr. 1761, vr. 90b-92b’de kayıtlı nüshadır. Müellif Yusuf Efendi’nin mecmuasından istifade edilerek muhtemelen talebesi Muhammed b. Ali tarafından hazırlanan bir mecmuanın içindedir. İstinsah tarihi, müellifin hayatta olduğu 1114 senesidir. Muhtemelen müstensih, eseri bu nüsha ile müelliften okumuş ve ondan duyduğu notları sema kaydı ile kenarlara yazmıştır.

  • Reşid Efendi Nüshası (ر)

Süleymaniye Kütüphanesi, Reşid Efendi Koleksiyonu, nr. 1017, vr. 189b-191a’da kayıtlı nüshadır. Nüsha 1176 tarihli olup her nüshanın sonunda bulunan kaynakça kısmının müellif hattından menkul olduğuna dair kayıt olduğuna göre nüshanın müellif hattından veya ondan menkul nüshadan yazılmış olması muhtemeldir. Bu nüshada diğer nüshaların hiçbirinde olmayan bazı beyitler vardır ki metin kısmında belirtilmiştir. Bu nüshanın kenarlarında da -diğerlerine nispetle daha az olmakla beraber- müellifin takrirleri mevcuttur.

  • Reşid Efendi Nüshası 2 (ش)

Süleymaniye Kütüphanesi, Reşid Efendi Koleksiyonu, nr. 582, vr. 120b-122a’da kayıtlı nüshadır. Nüsha 1247 tarihli olup “şerh” kaydı ile birçok not içermektedir. Bu, eserin bir şerhi olduğunu düşündürüyorsa ne kaynaklarda ne kataloglarda böyle bir şerhe rastlayamadık.

  • Bağdatlı Vehbi Nüshası (ب)

Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi Koleksiyonu, nr. 2165, vr. 210b-212b’de kayıtlı nüsha olup tarih kaydı yoktur.

  • Kasidecizâde Nüshası (ق)

Süleymaniye Kütüphanesi, Kasidecizâde Koleksiyonu, nr. 687, vr. 93a-95b’de kayıtlı nüshadır. Tarihi belli olmayan nüshada birçok minhüvat ve farklı talikler mevcuttur.

  • Melik Faysal Nüshası

Merkezü’l-Melik Faysal Kütüphanesi nr. 1734/2’de kayıtlı olan bu nüshaya ulaşılamamıştır.

Biz metnin tahkikinde ilk beş nüshayı kullandık ve nüshaların kenarlarında müelliften menkul talikleri ve ondan menkul olmasa bile metni izah eden notları dipnotta ispat ettik. Muvaffakiyet Allah’tandır.


[1]  Bkz. Abdurrahman Eşref, Tezkiretü’l-Hikem, 1252, Kahire, s. 312-317.

[2]  Bkz. Âkifzâde, el-Mecmû‘, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Arabi Koleksiyonu, nr. 2527, vr. 113b. Bu hatanın muhtemel sebebi, Abdurrahman Eşref’in kitabın sonunda zikrettiği Yusuf Efendi’nin terceme-i hali ile 1151 tarihli teliften ferağ kaydının net bir şekilde ayrılmaması olabilir.

[3]  Bkz. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Koleksiyonu, nr. 1919, vr. 1a.

[4]  Bkz. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Koleksiyonu, nr. 1919 (1122 tarihli), Köprülü Kütüphanesi, Mehmed Asım Bey Koleksiyonu, vr. 30-78 (1193 tarihli).

[5]  Bkz. Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi, Konya İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonu, nr. 5765/5.

[6]  Bkz. Amasya İl Halk Kütüphanesi, nr. 1761.

[7]  Bkz. Abdurrahman Eşref, a.g.e, s. 312-317.

[8]  Bkz. Şeyhzâde Abdürrahim, Nazmü’l-Ferâid, Mısır, 1317, s. 7.

[9]  Bkz. İbn Fûrek, Makâlâtu’ş-Şeyh Ebi’l-Hasen el-Eş‘arî, Thk. Ahmed Abdürrahim es-Sâyih, Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, Baskı: 1, Mısır,  s. 345.

[10]  Bkz. Şeyhzâde a.g.e, s. 13,14.

[11]  Bkz. Şeyhzâde a.g.e, s. 20.

[12]  Bkz. Şeyhzâde a.g.e, s. 5.

[13]  Bkz. Şeyhzâde a.g.e, s. 11.

[14]  Bkz. Şeyhzâde a.g.e, s. 9.

[15]  Mesela bkz. Cüveynî, el-İrşâd, Thk. Abdürrahim es-Sâyih, Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, 2009, Baskı: 1, s. 195; Âmidî, Ebkâr, Thk. Ahmed Muhammed el-Mehdî, Dârü’l-Kütüb ve’l-Vesâiki’l-Kavmiyye, Kahire, 2004, Baskı: 2, I/303.

[16]  Bkz. İbn Bezîze, el-İs‘âd, Thk. Abdürrezzak Besrûr, İmâd es-Süheylî, Dârü’z-Ziyâ, 2014, Baskı: 1, Beyrut, s. 450.

[17]  Bkz. İbnü’l-Hümâm, el-Müsâyere, 1929, Baskı: 1, s. 68.

[18]  Bkz. el-Bağdâdî, el-Esmâ ve’s-Sıfât, Thk. Enes Muhammed Adnan eş-Şerfâvî, Dâru’t-Takvâ, 2021, Baskı: 1, III/474.

[19]  Bkz. Ebu’l-Kâsım er-Reba‘î, et-Tesdîd, Thk. Hamza Ahmed en-Neheyrî, Dâru’l-Feth, 2022, Baskı: 1, s. 321.

[20]  Bkz. Pezdevî, Usûlu’d-Dîn, Thk. Hans Peter Linss, el-Mektebetü’l-Ezheriyye, Kahire, 2003,  s. 14.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu