MakalelerTasavvuf

Ebu’l-Hüseyin en-Nûrî’nin “Makâmâtü’l-Kulûb” Adlı Eseri 1/3

İnceleme ve Tercüme

Müellifin Tanıtımı

Tam adı Ebu’l-Hüseyin Ahmed b. Muhammed b. Abdi’s-Samed en-Nûrî’dir. Aslı Herât ve Serahs bölgeleri arasındaki Bağşûr adlı şehre dayandığından “İbnü’l-Begavî” diye meşhur olmuş, fakat doğma büyüme Bağdatlı olduğundan Bağdâdî nisbesini almıştır.

Serî es-Sakatî, İbn Ebi’l-Havârî ve Muhammed b. Ali el-Kassâb (rahimehumullah) gibi birçok sûfînin sohbetinde bulunan en-Nûrî (rahimehullah), Cüneyd-i Bağdâdî’nin (rahimehullah) akranından ve onun tabakasındandır. Ebu Bekr el-Vâsitî, Ebû Ali er-Rûzbâri, Ebû Bekr el-Kettânî, ve Ebû Saîd İbnu’l-A‘râbî (rahimehumullah) gibi birçok sûfî de onun sohbetinde bulunmuştur. 295/908 senesinde vefat eden en-Nûrî’nin (rahimehullah) vefat sebebi olarak şöyle anlatılır; en-Nûrî (rahimehullah) “Seni sevmekle bir menzile ulaştım ki akıllar bu menzile ulaştıklarında hayrette kalmışlardır” beytini işitince vecde geldi ve çöllerde dolaşmaya başladı. Üst taraflarından biraz kesilmiş ve uçları kılıç gibi keskinleşmiş kamışların içine düştü, bu beyti okuyarak gece boyuna o kamışların üstünde yürüdü, ayaklarından kan akıyordu. Sonra yere düştü, ayakları şişti ve ruhunu teslim etti.[1]

Kendisinden birçok keramet, hikmetli söz, tasavvufî kavramlara dair izahat ve şathiyat nakledilen en-Nûrî (rahimehullah), îsar temelli sistemiyle tasavvuf tarihine yön veren kadim sûfîlerden birisidir. Bu açıdan ona nispet edilen bir risalenin incelenmesi önemlidir.

“Makâmâtu’l-Kulûb” Adlı Risalesi

Bu konuyu birkaç başlıkta ele alabiliriz;

1. Risalenin İçeriği ve Üslubu

Hat çeşidine göre değişse de ortalama 3-4 varak olan bu risale, kadim ulemanın eserlerinde bolca görüldüğü üzere mukaddime, hatime veya müstakil olarak telif edilen eserlere has bir unsur içermediğinden olsa gerek en-Nûrî (rahimehullah) tarafından telif edilen bir risaleden daha çok onun sözlerinin toplandığı bir eser havası vermektedir. Yine de bu ihtimal kesin değildir. Nihayetinde hiçbir müellif kitabına mukaddime ve hatime yazmak zorunda değildir. Bunun örnekleri bolca mevcuttur. Zaten eseri mütalaa edenler, muhtelif tasavvuf kitaplarında en-Nûrî’den (rahimehullah) nakledilen sözlere hiç benzemediğini, konular dağınık olsa da derli toplu bir “eser” olabilecek kadar genel çerçevesi bulunduğunu göreceklerdir. Kaldı ki eserinin bir kısmının eksik olarak bize gelme ihtimali de vardır.

Öyle veya böyle elimize ulaşan yazma nüshalarda en-Nûrî’ye (rahimehullah) nispet edilen müstakil bir risale vardır. Eserde tarafımızdan yapılan küçük başlıklandırmalara göre toplam 19 konu işlendiği söylenebilir. Bunlar sırasıyla şöyledir;

Kalbin makamları, kalp evi, müminin kalbinde Allah’ın lütfu, kalplerin kısımları, âriflerin kalbi, kalb-i selîm, sevgililerin kalpleri, kalbin kaleleri, ârifin kalbindeki ateş, ârifin kalp bahçeleri, ârifin kalbinin nurları, ârifin kalbindeki denizler, ârifin kalbindeki marifet ağacı, ârifin alameti sözü dili ve kulağı, müminin kalp evi, marifet ağacı ve dalları, heva ağacı ve dalları, ârifin kalp bahçeleri, Allah dostlarının ve düşmanlarının kalplerine yağan yağmurlar.

Buna göre yukarda bahsettiğimiz eserin içerik olarak genel çerçevesinin “mümin ve ârif kulların kalbî durumları” olduğunu söyleyebilir.

Üslup olarak ise eser başlıklardan da anlaşılacağı üzere neredeyse baştan sonra teşbih ve metafor ile doludur. Her başlıkta farklı bir teşbih ile bir mesele anlatılmıştır. Mesela bir başlıkta mümininin, iç içe girmiş yedi kalenin içinde olduğunu zikreder. Bu kalelerden her biri müminin bir vazifesini temsil eder. Mümin bu vazifelerden taviz verdikçe şeytan o kaleyi onun elinden alır. Yine bir başlıkta müminin kalbinin sağ tarafında bir marifet ağacı, sol tarafında ise heva ağacı olduğunu ve ağaçların her biri bir manayı temsil eden yedi dalı olduğunu zikreder.

Teşbih yaparken kullanılan unsurlar genel olarak şunlardır; ev, rüzgâr, bulut, yağmur, bitki, döşek, ağaç, kapı, ekin, nehir, su, deniz, kandil, anahtar, bostan, meydan, yeryüzü, güneş, ay, yıldız, yaprak, meyve, dağ, kale, sur, duvar, ateş, bahçe, gemi, yelken, köprü, dal, su, dil, melek, vezir, diken, şimşek ve gök gürültüsü.

Son olarak risalede müellifin döneminde yaşamış olan ve onun gibi bir sûfî olan Şâh Şucâ‘ el-Kirmânî’den (rahimehullah) nakil vardır. Müellif Şâh-ı Kirmânî’den yaptığı nakli, bizzat ondan işitmiş olabileceği gibi, Sülemî’nin (rahimehullah) “meşhur” diye nitelediği[2] risalelerinden nakletmiş de olabilir. Bu nakil eserin tüm nüshalarında mevcuttur. Vehb b. Münebbih ve İbrahim b. Edhem’den (rahimehumallah) yapılan nakil ise metin bölümünde görüleceği üzere her nüshada mevcut değildir. Başka zatlardan nakiller içermesi, yukarda zikrettiğimiz risalenin verdiği müstakil telif olmama havasını ekarte etmektedir.

2. Risalenin en-Nûrî’ye (rahimehullah) Aidiyeti

en-Nûrî’den (rahimehullah) bahseden kadim kaynaklarda onun telif ettiği herhangi bir risaleden bahsedilmemektedir. Herhalde bundan ilk bahseden “Makâmâtu’l-Kulûb” ismiyle 17. asırda Kâtip Çelebi’dir.[3] Bu durum, eserin nispeti konusunda biraz şüphe oluştursa da bu şöyle açıklanabilir; öncelikle bilmemiz gereken, en-Nûrî’nin birçok sûfinin aksine eser veren ve kitap telifi yapan alimlerden olduğu[4] ve eserin içinde o dönemde daha ortaya çıkmamış olan kavramların kullanılması veya sonraki asırlarda yaşayan alimlerden nakil yapılması gibi en-Nûrî’ye (rahimehullah) nispetine muhalif herhangi bir durum bulunmadığıdır. Böyle bir durum olmadığı gibi, eser üslup ve içerik olarak en-Nûrî’den (rahimehullah) nakledilen sözlere de ters değildir. Bilakis tevhid, marifet, kalp, yakîn gibi kavramlardan bahsetmesi ve teşbih içermesiyle kendisinden nakledilen sözlerle uyum arz etmektedir. Bu açıdan diyebiliriz ki, eserin en-Nûrî’ye aidiyetine bir engel yoktur.

Bunları bildikten sonra, risalenin en-Nûrî’ye (rahimehullah) aidiyetine dair tek dayanağımız, nispet tashihinde küçümsenmeyecek yere sahip olan yazma nüshalardır. Nice müellifine aidiyetinde şüphe etmediğimiz eserler vardır ki nispetlerinin sıhhati sadece yazma nüshalarına dayanmaktadır. Yukarda zikrettiğimiz üzere Kâtip Çelebi (rahimehullah) ve son dönem literatür yazarları bu eseri en-Nûrî’ye nispet etse de bunlar da büyük ihtimal yazma nüshalara dayanmaktadır. Nüsha tavsifinde zikredeceğimiz üzere en eskisi hicrî sekizinci asra uzayan birçok yazma nüshada bu eser, en-Nûrî’ye (rahimehullah) nispet edilmiş, son dönemlerde de bu nispetin sıhhati kabul görmüş ve birçok araştırmacı kesin ifadelerle eseri en-Nûrî’ye (rahimehullah) nispet etmiştir.

3. Risalenin İsmi

Müellifin risaleye bir isim vermediği açıktır. Ancak nüshalardan yola çıkılarak bu risaleye verilen en yaygın isim “Makâmâtu’l-Kulûb” ismidir. Bu ismin verilmesinin sebebi ise eserin girişinde kalplerin makamlarından bahsedilmesi, daha doğrusu eserin “Makâmâtu’l-Kulûb” kelimeleriyle başlaması olabilir. Bu, kasidelerin ilk kelimelerine nispet edilerek bilinmesine benzetilebilir. Eser, çoğu nüshada bu isimle kayıtlı olsa da bir nüshada “el-Kulûb” veya “Kitâbu’l-Kulûb”,[5] bir nüshada ise “Şeceretü’l-Ma‘rife” ismiyle[6] kaydedilmiştir. Ancak bu kaydın müstensih tarafından eserin ismi olarak zikredildiği kesin değildir. Nitekim aynı nüshada “Makâmâtu’l-Kulûb” diye de bir kayıt vardır. Eğer bir tesmiye ise bu ikinci ismin sebebi de eserin içinde marifetin ağaca benzetilip dallarından bahsedildiği bölümdür. Bu gibi içerikten yola çıkılarak isimlendirme yapılarak risaleye “Ahvâlu’l-Ârifîn, Husûnu’l-Kalb ve Aksâmu’l-Kalb” gibi isimler verilmesi mümkündür.

4. Nüsha Tavsifi

Esasında bir eserin tahkikinde çok fazla nüsha kullanmak muhakkıklar tarafından hoş görülmez. Bilakis yapılması gereken, eserin elimizdeki nüshaları arasında en değerli ve tahkikte kullanılmaya en layık olanın seçilip kullanılmasıdır. Ancak burada konumuz olan risale gibi kadim ve nüshaları arasındaki manaya tesir eden farklılıklar çok olan eserlerde bu durum değişmektedir. Zira metin bölümünde nüsha farklılıklarını belirttiğimiz dipnotlardan da anlaşılacağı üzere her nüshanın, diğer nüshaların eksiklerini tamamladığı bir yer illaki mevcuttur. Bu açıdan biz bu kıymetli eserin metninin ispatında ulaşabildiğimiz tüm nüshalarını kullanmayı uygun gördük. Bu nüshaları şöyle sıralayabiliriz;

  • Hacı Mahmud Efendi Nüshası (ح)

Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Koleksiyonu nr. 2415 vr. 52a-55-a’da kayıtlı olan bu nüsha, çoğu İbn Arabî’ye (kuddise sirruhu), bir kısmı ise Şa‘rânî, Kâşânî ve Molla Câmî (rahimehumullah) gibi tasavvuf alimlerine ait olan 50 kadar risalenin arasında bulunmaktadır. Nüshada istinsah tarihi ve müstensihe dair bilgi yoktur.

  • Nafiz Paşa Nüshası (ن)

Süleymaniye Kütüphanesi Nafiz Paşa Koleksiyonu nr. 457 vr. 1b-6b’de kayıtlı olan bu nüsha, 4 tasavvufî risale içeriyor olup birincisi bizim risalemizdir. Nüshanın başında biri Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Abdülbaki Nasır Dede’ye (ö. 1237/1821), diğeri ise oğlu Osman Selâheddin Dede’ye (ö. 1305/1887) ait olmak üzere iki tane temellük kaydı bulunmaktır. Ayrıca Selâheddin Dede’nin bir de temellük mührü mevcuttur:

Buna göre nüshanın müstensihi olan “Ebû Bekr el-Mevlevî”nin, Abdülbaki Nasır Dede’nin babası Seyyid Ebû Bekir Dede (ö. 1189/1775) olması yüksek ihtimaldir. Buradan da nüshanın hicrî on ikinci yüzyılda istinsah edildiği anlaşılmaktadır.

  • Reşid Efendi Nüshası (ر)

Süleymaniye Kütüphanesi Reşid Efendi Koleksiyonu nr. 444 vr. 15b-20a’da kayıtlı olan bu nüshada dört eser bulunmaktadır. Birincisi Ahmed Gazâlî’nin (rahimehullah) “Bevâriku’l-İlmâ‘” isimli eseridir ve müstensih ile tarih bilgisi yoktur. Ancak hat benzerliğinden dolayı diğer eserlerin müstensihi ile aynı zat olması muhtemeldir.

İkincisi bizim risalemiz olan “Makâmâtu’l-Kulûb” isimli eserdir. Müstensihi Âbid b. Mevlânâ Pîr Hamîd olup, tarih bilgisi de içerir, fakat sayfada tam tarihin yazdığı bölümün bir kısmı üstü karalanmış, bir kısmı da okunmaz şekilde yazılmıştır.

Üçüncü eser Ebu’n-Necîb es-Sühreverdî’nin (rahimehullah) “Âdâbu’l-Mürîdîn” adlı eseridir. Müstensihi bir önceki eserde olduğu gibi Âbid b. Mevlânâ Pîr Hamîd olup istinsah tarihi 850/1447 senesidir. Müstensih eseri müellifin hattı olduğu söylenilen bir nüshadan istinsah ettiğini bildirir.

Dördüncü ve sonuncu eser ise Kırîmî’nin (?) bir risalesidir. Başında müellif hattı olduğu kaydedilen nüshanın tarihi de 871/1467 senesidir.

Söz konusu risalemiz, 850/1447 tarihli nüshanın müstensihi olan Âbid b. Hamîd tarafından istinsah edildiğine göre nüshamızın hicrî dokuzunca asırda yazılan bir nüsha olduğunu söyleyebiliriz. Tahkikte gördüğümüz kadarıyla bu nüsha, diğerlerine nispetle daha az hata içermektedir.

  • Şehit Ali Paşa Nüshası (ش)

Süleymaniye Kütüphanesi Şehit Ali Paşa Koleksiyonu nr. 282 vr. 1b-4b’de kayıtlı olan bu nüsha üç eser içermektedir. Nüshanın başında Zehebî lakaplı Ahmed b. Muhammed isimli bir zatın temellük kaydı bulunur. Birinci eser bizim risalemizdir. Müstensih veya tarihe dair bilgi yoktur. İkinci eser İbn Arabî’nin (kuddise sirruhu) “el-Abâdile” isimli eseridir. Müstensihi Muhammed b. Abdülhak… isimli bir zat olup, istinsah tarihi 721/1322, istinsah yeri ise Kahire’dir. Sayfanın yan tarafında ismini okuyamadığımız bir zata ait 821/1419 tarihli bir mütalaa kaydı vardır. Üçüncü ve sonuncu eser ise yine İbn Arabî’nin (kuddise sirruhu) “Tâcu’t-Terâcim” adlı eseridir. Müstensihi, istinsah tarihi ve yeri bir önceki eserle aynıdır.

 İlk eserin hattı, son iki eserin hattından oldukça farklıdır. Buradan müstensihlerin aynı olmadığı ya da istinsah tarihlerinin aynı olmadığı sonucu çıkarılabilir. Bu durumda bizim risalemizin istinsah tarihine dair kesin bir şey yoktur. Ancak söz konusu yüzyıla ait nüshalarla birlikte bulunduğuna göre bu tarihe yakın hatta ondan daha önce olması muhtemeldir.

  • Vahit Paşa Nüshası (و)

Kütahya Vahit Paşa Kütüphanesi nr. 1455 vr. 1b-6a’da kayıtlı nüshadır. Müstensih Muhammed b. Mahmud… isimli bir zat olup istinsah tarihi 752/1352 senesidir.

Yazma nüshada risaleden sonra (هذه فوائد متضمنة للزوائد) diye başlayan bir risale gelir. Risalenin müellifi ise sayfanın yukarısında “Mahmud b. Sadullah el-İsfehânî” olarak belirtilmiştir. Bu durumun tamamıyla aynı şekilde yukarda zikrettiğimiz Nafiz Paşa nüshasında da bulunması, hicri on ikinci yüzyıla ait söz konusu nüshanın, hicri sekizinci yüzyıla ait bu nüshadan istinsah edilmiş olması ihtimalini akla getirir. Nüsha farklarını belirttiğimiz dipnotlarda görüleceği üzere söz konusu iki nüshanın çoğu kere ittifak etmesi ve Nafiz Paşa nüshasının müstensihi olan Ebu Bekir Dede’nin doğma büyüme Kütahyalı olması bu ihtimali desteklemektedir.

  • Matbû Nüsha (م)

1969 senesinde Matbaatu’l-Mearif tarafından Dr. Kâsım es-Semrâî’nin tahkikiyle basılan nüshadır. Bu nüshayı kullanmamızın sebebi, muhakkıkın bizim ulaşamadığımız Bağdat’taki Evkâf-ı Âmme Kütüphanesine kayıtlı bir nüshayı kullanmış olmasıdır. Bu yüzden muhakkık tashih amacıyla metne müdahale edip yazma nüshada geçen ibareyi dipnotta belirttiğinde muhakkıkın tercihini değil dipnottaki aslı esas aldık. Muhakkıkın zikrettiğine göre yazma nüshada müstensih ve istinsah tarihine dair bilgi yoktur.

  • Kastamonu Nüshası (ق)

Kastamonu Yazma Eserler Kütüphanesi 112b-115a’da kayıtlı nüshadır. 1182/1769 tarihli bu nüshayı baştan sona mukabele etsek de bütün farkları dipnotlarda belirtmedik. Dolayısıyla bu nüsha, diğer nüshaların aksine yardımcı nüshadır.

  • Kara Mustafa Paşa Nüshası (ص)

Beyazıt Yazma Eser Kütüphanesi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Koleksiyonu, nr. 352, vr. 87a-92a’da kayıtlı son tarafından bir varak eksik bir nüshadır. Tarih ve müstensih bilgisi yoktur. Bu nüshayı da bir önceki gibi yardımcı nüsha olarak kullandık.

  • Bağdatlı Vehbi Nüshası (ب)

Süleymaniye Kütüphanesi Bağdatlı Vehbi Koleksiyonu, nr. 2150, vr. 17b-22b’de kayıtlı nüshadır. 1218/1804 tarihinde Kastamonu’daki Nasrullah Kadı Camii İmam Hatibi Hacı Hâfız Ali el-Kastamûnî tarafından yazılan bu nüsha da yardımcı nüsha olarak kullanılmıştır.

  • Faysal Nüshası (ل)

Kral Faysal Merkezi Kütüphanesinde (Merkezü’l-Melik Faysal) nr. 289, vr. 58b-64a’da kayıtlı nüshadır. Tarih ve müstensih bilgisi içermeyen nüsha yardımcı bir nüshadır.

Son olarak; elimizde sağlam bir nüsha bulunmadığından tahkikte herhangi bir nüshayı asıl almadık. Belki nüshaları mukabele edip en uygun olduğunu düşündüğümüzü metne alıp farkları dipnotta belirttik. Muvaffakiyet Allah’tandır.

[1]  Bkz. Tûsî, el-Lüma‘, Ahmed Abdürrahim es-Sâyih, Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, Baskı: 2, 2018, s. 669-671, Sülemî, Tabakât, Thk. Nureddin Şerîbe, Mektebetü’l-Hâncî, Baskı: 4, 2014, s. 164, İsfehânî, Hilye, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Baskı: 3, 1980, 10/249, Kuşeyrî, er-Risâle, Thk. Enes Muhammed Adnan Şerfâvî, Dâru’l-Minhac, Baskı: 3, 2020, s. 159, Hücvîrî, Keşfu’l-Mahcûb, Trcm. İs‘âd Abdülhadi Kandil, 1975, II/420-425, Hâce Abdullah-ı Ensârî, Tabakâtu’s-Sûfiyye, Thk. Muhammed Sürûr Mevlâî, İntişârât-ı Tûs, 1342, s. 190, İbn Hamîs, Menâkıbu’l-Ebrâr, Said Abdülfettah, Daru’Kütübi’l-İlmiyye, Baskı: 1, 2006, I/349, Ferîdüddin Attâr, Tezkire, Thk. Tükle, Tahran, 1373, s. 543, İbnü’l-Cevzî, Sıfatu’s-Safve, Thk. Ahmed b. Ali, Dâru’l-Hadis, 2009, 1/530, İbnü’l-Esîr, el-Muhtâr, Thk. Kolektif, 2003, Baskı: 1, I/356, İbnü’l-Mülakkin, Tabakâtu’l-Evliyâ, Thk. Nûreddin Şerîbe, Mektebetü’l-Hâncî, Baskı: 3, 2006, s. 56, Sehâvî, Tabakâtu’l-Evliyâi’l-Mükerremîn, Thk. Muhammed Edîb el-Câdir, Dâru’l-Feth, Baskı: 2, 2021, I/77, Şa‘rânî, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, Thk. Süleyman Salih, Dâru’l-Marife, Baskı: 1, 2005, s. 131.

[2]  Bkz. Sülemî, a.g.e, s. 192.

[3]  Bkz. Kâtip Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, Thk. Beşşar Avvad Maruf, Müessesetü’l-Furkan, Baskı: 1, 2021, VII/46.

[4] Nitekim Kelâbâzî (rahimehullah) bunu tasrih eder. Bkz. et-Taarruf, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Thk. Ahmed Şemseddin, Baskı: 3, 2019, s. 27.

[5]  Bkz. Süleymaniye Kütüphanesi, Reşid Efendi Koleksiyonu, nr. 444, vr. 20a.

[6]  Bkz. Süleymaniye Kütüphanesi, Nafiz Paşa Koleksiyonu, nr. 457, vr. 1a.

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. Aleyküm selam. Henüz basılmadı, tarihini de kesin olarak bilmiyoruz. Fakat metnin tecümesi sitemiz üzerinden yayınlanacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu