MakalelerTasavvuf

Meşâyıh-ı Kirama Karşı Kalpleri Muhafaza Etmek

Bu makale, Risâle-i Kuşeyriyye’deki “Meşayıhın Kalplerini Muhafaza Etmek ve Onlara Muhalefet Etmekten Sakınmak” isimli babın tercümesidir.

Müridin Mürşidine karşı kalbini muhafaza edip[1] muhalefetten sakınması, Mürşidinden istifade edebilmesi için aranan ve övülen bir ahlaktır. Zira Mürşidi taklid edip fiillerinde ona uymak müridin sadakatini gösterir. Eğer mürid mürşidini taklid etme hususunda ona muhalefet ederse sadakatsizlik göstermiş olur.[2]

Hz. Musa ve Hz. Hızır (aleyhimesselam) Kıssası

Allah Teâlâ, Hz. Musa (Aleyhisselâm)’ın Hızır (Aleyhisselâm) ile olan kıssasında: “Sana öğretilmiş olanlardan bana (dinim hususunda hakka) isâbetli bir ilim talîm etmene karşılık sana uyabilir miyim.” (Kehf: 66) buyurmuştur.

Hz. Musa (Aleyhisselâm) Hızır (Aleyhisselâm) ile arkadaşlık etmek isteyince, Hz. Musa (Aleyhisselâm)’a kendisine muhalefet etmemesini ve herhangi bir hükmüme itiraz etmemesini şart koştu.[3] Hz. Musa (Aleyhisselâm) Hızır (Aleyhisselâm)’a muhalefet edince,[4] birincisinde ve ikincisinde Hızır (Aleyhisselâm) onu müsamaha ile karşıladı, fakat üçüncüsünde ondan ayrılmak istedi ve: “İşte bu (üçüncü itirazın) benimle senin ayrılacağımız noktadır.” (Kehf: 78) dedi. Zira üç sayısı azlığın (azlık bildiren sayıların) son sınırı, çokluğun ise ilk sınırı (yani başlangıcı)dır.

Enes ibn Malik (Radıyallâhu Anh)’tan rivayet edildiğine göre Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir genç, bir ihtiyara yaşından dolayı ikram eder ve hürmet gösterirse, o genç yaşlandığı zaman Allah Teâlâ ona, ikram ve hürmet edecek birini nasip eder.”[5]

Allah Dostlarından Nakiller

İmam Kuşeyri (rahimehullah) şöyle anlatır: Üstad Ebû Ali ed-Dakkâk (Rahimehullâh)’ın şöyle dediğini işitmiştim: “Her ayrılığın başı muhalefettir.”

Yani Üstad demek ister ki: Bir kimse eğer şeyhine muhalefet ederse, artık onun tarikatı üzerine devam edemez. Aynı bölgede yaşama hâli onları bir arada toplasa da aradaki alâka ve rabıta kesilir. Bir kimse bir şeyhin sohbetinde bulunur, ona mürid olur, sonra kalbi ile ona itiraz ederse müridlik ahdini bozmuş olur. Onun için üzerine (bu yaptığından pişman olup tekrar şeyhini taklid etmeye dönmek ve) tevbe etmek vacip olur. Fakat (şunu da unutmamak gerekir) Meşayıh, “şeyh ve üstadlara itaatsizliğin ve saygısızlığın tevbesi yoktur.” demişlerdir.[6]

Şeyh Ebû Abdurrahman es-Sülemî (Rahimehullâh)’ın şunu anlattığını işitmiştim:

“Şeyhim Üstad Ebû Sehl es-Su’lûkî hayatta iken Merv’den çıkmıştım. Oradan ayrılmadan önce cuma günleri sabahları Kur’an hatim meclisleri kurulurdu. Dönüşümde gördüm ki bu meclis kaldırılmış, bunun yerine (şiir/ilahi söyleyen) Ebu’l-Affânî için aynı vakitte şiir/ilahi meclisi kurulmuştu. Bunu görünce içimden itiraz ederek kendi kendime: Hatim meclisi yerine ilâhi meclisi kurulmuş! Dedim. Bir gün şeyhim bana dedi ki: “Ey Ebû Abdurrahman! Halk benim hakkımda ne söylüyor?” Ben de: “Hatim meclisini kaldırdı, ilâhî ve şiir meclisini kurdu. Diyorlar.” dedim. Bunun üzerine şeyhim: “Kim üstadına “niçin?” derse ebediyyen felah bulmaz. Dedi.”

Cüneyd (Rahimehullâh)’ın şöyle dediği bilinmektedir: “Bir gün şeyhim Serî (Rahimehullâh)’ın huzuruna girdim. Bana bir şey emretti, ben de derhal istediğini yaptım. İşini görüp geri geldiğim zaman elime bir kâğıt parçası verdi, onda şöyle yazıyordu:

“Benimle irtibatı kesip terk edersin diye korktuğum için ağlıyorum.”

Ebû Hasan Hemedâni el-Alevî (Rahimehullâh)’ın şöyle dediği nakledilir: “Bir gece Cafer Huldî (Rahimehullâh)’ın yanında idim, evimdekilere tandırda bir kuş kızartmalarını (yukarıdan sarkıtılarak çevirme yapmalarını) emretmiştim. Aklım hep tandırda kızaran kuşta idi. Cafer (Rahimehullâh): Bu akşam bizde kal, diye teklif etti. Mazeret beyan ettim ve evime döndüm. Kuş tandırdan çıkarıldı ve önüme konuldu. Bu sırada kapıdan bir köpek içeri girdi ve orada bulunanların gafletinden istifade ederek kuşu kaptı götürdü. Bunun üzerine kuş kızarırken yağının içine aktığı tava önüme getiriliyordu ki hizmetçinin eteği tavanın sapına takıldı ve yağ da döküldü. Sabah olunca Cafer (Rahimehullâh)’ın yanına gittim. Beni görür görmez: “Bir kimse Meşayıha karşı kalbini muhafaza etmezse, ona bir köpek musallat kılınır ve ondan ezâ görür” dedi.

Hasan Dâmeğânî (Rahimehullâh) amcam Bistâmî’nin, babası Bayezid Bistâmî (Rahimehullâh)’dan şunu naklettiğini duydum demiştir: “Şakîk Belhî ile Ebû Türâb Nahşebî, Bayezid Bistâmî’yi (Rahimehumullâh) ziyaret etmişlerdi. Sofra hazırlanmıştı. Şakîk ile Ebû Türâb (Rahimehumellâh), Bayezid (Rahimehullâh)’a hizmet eden bir gence: “Delikanlı gel, yemeği beraber yiyelim.” dedi. Genç: “Ben oruçluyum.” dedi. Ebû Türâb (Rahimehullâh): “Gel bizimle ye, bir ay oruç tutmuş kadar sevap alırsın.” dedi. Fakat genç bu teklifi geri çevirdi. Sonra Şakîk: “Gel, bizimle ye. Bir sene oruç tutmuş kadar sevap kazanırsın.” dedi. Fakat genç bu teklifi de kabul etmedi. Bunun üzerine Bayezid Bistâmî (Rahimehullâh): Allah Teâlâ’nın gözünden düşen şu adamı bırakın (ne hali varsa görsün), dedi. Derken bir sene sonra bu genç hırsızlığa başladı ve hırsızlık yaptığı için yakalandı ve eli kesildi.”

Üstad Ebû Ali ed-Dakkâk (Rahimehullâh)’ın şöyle dediğini işitmiştim: “Sehl ibn Abdullah (Rahimehullâh), Basra’da ekmekçilik yapan bir adamı veli olarak tanıtmıştı. Sehl ibn Abdullah (Rahimehullâh)’ın müridlerinden biri bunu duydu, ekmekçiye iştiyak duydu ve Basra’ya gitti. Ekmekçi dükkânına vardı. Adamı ekmek pişirirken gördü. Adam ekmekçilerin âdeti üzere sıcaktan korunmak için yüzüne peçe takmıştı. Mürid kendi kendine: Bu adam veli olsaydı peçesiz bile olsa ateş saçını, sakalını yakmazdı, dedi. Sonra adama selam verdi. İstifade için sual sordu. Fakat fırıncı: “Sen beni küçümsedin, artık sözlerimden istifade edemezsin” dedi ve onunla konuşmaktan kaçındı.

Abdullah er-Râzî (Rahimehullâh), Ebû Osman el-Hîrî (Rahimehullâh)’ın Muhammed ibn Fadl el-Belhî (Rahimehullâh)’ı överek anlattığını duydu ve ona karşı iştiyak duyarak ziyaretine gitti.

Gittiğinde Muhammed ibn Fadl el-Belhî (Rahimehullâh)’ı beklediği gibi bulmadı ve geri Ebû Osman (Rahimehullâh)’a geldi ve durumu anlattı. Ebû Osman (Rahimehullâh): “O zatı nasıl buldun?” dedi. O da: “Zannettiğim gibi bulmadım” dedi. Bunun üzerine Ebû Osman (Rahimehullâh): “Çünkü sen onu küçümsedin. Bir kimse bir kimseyi küçümserse ondan istifade etmekten mahrum kalır. Hemen hürmetle ona geri dön” dedi. Abdullah er-Râzî (Rahimehullâh) derhal geri döndü ve onu ziyaret ederek istifade etti.”

Amr ibn Osman el-Mekkî (Rahimehullâh), Hüseyn ibn Mansur (Hallac-ı Mansur) (Rahimehullâh)’ı bir şey yazarken gördü ve: “Ne yazıyorsun?” diye sordu. O da yazdığı şeyi göstererek “Şununla Kur’an’a muaraza ediyorum” diye cevap verdi.

Bunun üzerine Ebû Osman el-Mekkî (Rahimehullâh) ona beddua ederek kendisini terk etti. Meşayıh demiştir ki, uzun bir müddetten sonra Hallac (Rahimehullâh)’ın başına gelen hadiseler, bu şeyhin ona beddua etmesi sebebiyledir.[7]

Ahmed ibn Yahya el-Ebîverdi (Rahimehullâh)’ın şöyle dediğini işitmiştim:

“Şeyh, bir müridden razı olursa; şeyhine olan tazim ve saygı kalbinden gitmemesi için o mürid bunun mükâfatını şeyhin sağlığında görmez, şeyh vefat edince Allah (Celle Celâlühü), bu rızanın karşılığını ona ihsan eder.

Eğer şeyh bir müridden razı olmaz ise; iyilik ve lütuf meşayıhın fıtratında olduğu için, müride merhamet göstermesin diye şeyhi hayatta iken bunun cezasını çekmez. Şeyh vefat edince bunun karşılığını görür.”[8]

[1] Müridin kalbini muhafaza etmesi, mürşidine karşı gerekli olan edepleri gözetip saygı göstermesi, mürşidinden zuhur eden hal ve hareketlerde ona teslimiyet göstermesi, bütün davranışlarında ona itiraz etmeye sebep olan en küçük şeylerden bile uzak durması demektir. Bunlardan biri ihlal edilirse mürşidden istifade kesilir. Bkz: Arûsî, Netâicü’l-Efkâr, c. 4, s. 197.

[2] Zekeriya el-Ensârî, İhkâmü’d-Delâle, c. 4, s. 194.

[3] Allah (Celle Celâlühü) bunu Kur’ân-ı Kerim’de şöyle hikaye etmiştir: “O da: “Eğer bana uyacak (ve bu sırada münker kabul ettiğin, hikmetini de anlayamadığın bir iş görecek) olursan, ben sana kendisinden bir açıklama başlatıncaya kadar bana hiçbir şey(in hikmetin)den sorma!” dedi.” (Kehf: 70)

[4] Hz. Musa (Aleyhisselâm), üç defa Hızır (Aleyhisselâm)’a itiraz etmiştir. Birincisi Kur’ân-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Derken her ikisi (binecekleri bir gemi arayışıyla sahilde) yürüdüler. Nihâyet gemiye bindiklerin de (geminin sahibi kendilerine hürmet edip ücret de almamışken, Hızır (Aleyhisselâm) elindeki bir baltayla iki tahtayı koparıp) onu deliverdi. O (bu durumu görünce dayanamayarak elbisesiyle o deliği tıkamaya başladı ve): “(Gemi) halkını suyla boğasın diye mi onu deldin!? Andolsun ki; gerçekten de sen elbette pek büyük bir şey yaptın!” dedi.” (Kehf: 71).

İkincisi:Her ikisi (gemiden inerek) yürüdüler. Nihâyet (arkadaşlarıyla oynayan) bir erkek çocuğa rastladıklarında o (çocuğun başını tepesinden tutup eliyle kopararak) hemen onu öldürdü. O: “Yoksa sen bir can karşılığı olmaksızın (henüz bülûğa ermediği için günahlardan) tertemiz bir canı mı öldürdün? Andolsun ki; gerçekten de sen elbette kabul edilemeyecek pek büyük bir şey yaptın!” dedi.” (Kehf: 74).

Üçüncüsü: Yine ikisi gittiler. Nihâyet bir memleket halkına geldiklerinde oranın ahâlisinden yemek istediler, onlarsa o ikisini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak iste(rcesine bekle)yen bir duvar buldular da, o hemen onu doğrulttu. O (onun, böyle bir milletin duvarlarını düzeltmeye çalışması karşısında artık sabredemeyerek): “Dileseydin buna karşılık elbette bir ücret edinirdin (de, onunla açlığımızı giderirdik. Bu yaptığın iş tamamen gereksiz bir davranış oldu)!” dedi.” (Kehf: 77).

[5] Tirmizî, Birr, No: 2022. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Güzel amel işlemenin karşılığı, güzel mükâfât vermekten başkası olamaz!” (Rahman: 60).

[6] Buradaki tevbesi yoktur sözünden, “mürid öyle bir günah işlemiştir ki Allah Teâlâ onun tevbesini kabul etmez” manası anlaşılmamalıdır. Yani şeyhin, mürid bir kusur işlediğinde direk onu affetmesi (o kabahati görmezden gelmesi) uygun değildir. Zira bu, şeyhin otoritesini ve itibarını sarsar. İlk önce müridin haline göre onu terbiye ve tedip etmesi daha uygundur. Bkz: Zekeriya el-Ensârî, İhkâmü’d-Delale, c. 4, s. 202.

İkinci bir husus da affetmek Allah Teâlâ’nın emrettiği, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in tavsiye ettiği güzel ahlaklardandır. Affetmeye teşvik hakkında pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şerif varid olmuştur. Nasslarda bildirilen affetmeye teşvik, tedibin faydası affedenin kendisine dönük olduğundadır. Burada ise fayda hata eden kimseye dönüktür. Fıkıh kitaplarında geçen, çocuk hata ettiğinde babanın affetmesi uygun değildir sözü de bunu desteklemektedir. Bkz: Arûsî, Netâicü’l-Efkâr, c. 4, s. 202.

[7] Hallâc-ı Mansur (Rahimehullâh) kâğıda yazdığı sözleri ne manaya geldiğini ve ne kastettiğini açıklamış olsa mutlaka onu sahih bir manaya hamletmek mümkün olurdu. Fakat “Şununla Kur’an’a muaraza ediyorum” sözü, zahiren çok çirkin ve ağır olduğu için hocası ona beddua etti ve edebi terk ettiği için hocası da onu terk etti ve başına o hadiseler geldi. Arûsî, Netâicü’l-Efkâr, c. 4, s. 205.

[8] Kuşeyrî, er-Risâle, s. 671-674.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu