Makaleler

Dört, Beş ve Altıncı Kaide: İdrak, Haber ve Akıl

el-İntibâhât -5-

Tercümesini yaptığımız bu serinin bir önceki yazısını okumak için buraya tıklayabilirsiniz. Şimdi ise Eşref Ali et-Tahânevî’nin (rahimehullah) tespit ettiği kaidelerden dördüncüsü ile devam ediyoruz.

Dördüncü Kaide:

Bir Şeyin Var Olması, O Şeyin Beş Duyu Organlarından Biriyle İdrak Edilmesini Zorunlu Olarak Gerektirmez. Çünkü Bir Şeyin Var Olduğunu Bilmenin Tek Yolu, Onu Beş Duyudan Biriyle İdrak Etmek Değildir.

Bir şeyin hariçte var olduğunu söylemek üç şekilde gerçekleşir:

1. Müşahede

Zeyd’in geldiğini gördüğümüzde “Zeyd gelmiştir” dememiz gibi.

2. Haber-i Sâdık

Doğru sözlü bir kişinin Zeyd’in geldiğini bize haber vermesi gibi. Fakat burada bu haberi yalanlayan daha sağlam bir delilin olmaması şarttır. Mesela bir adam Zeyd’in gece gelip seni bıçakladığını söylese halbuki sen vücudunda herhangi bir yara izi görmesen burada haberden daha kuvvetli bir delil olan müşahede o haberi yalanladığından onun doğru olmadığına hükmedersin.

3. Aklî İstidlal

Güneşi görmeyen bir kişinin onun ışığını görüp doğmuş olduğuna hükmetmesi gibi. Bu kişi ne güneşin doğduğunu görmüş ne de biri ona bunu haber vermiştir.

Bu üç misalin ortak noktası bir şeyin var olduğunu bilmektir. Fakat bu bilginin yolu, birinci misalde duyular iken iki ve üçüncü misallerde böyle değildir. Bu da bize göstermektedir ki duyularla idrak edilmeyen şeyin yok olması zorunlu olmadığı gibi var olan bir şeyin de duyularla idrak edilmesi zarurî değildir.

Mesela naslar üstümüzde sema denilen yedi katlı cisimler olduğunu bize haber vermektedir. Biz bu semaları gözlerimizle görmesek de bu onların var olmadığını göstermez. Aksine onların varlığı imkan dahilindedir. Naslar da bunu haber verdiyse bunları tasdik etmek gerekir.

Beşinci Kaide:

Sadece Haberle İspatlanabilecek Bir Şeye Aklî Delil Getirilmez.

Aklî Bir Meselede Naklî Delil Getirmek, Naklî Meselede de Aklî Delil Getirmek Caiz Değildir.

Olaylar üç kısımdır. Bunlardan bir tanesi bizim, gerçekleştiğini doğru sözlü bir habercinin haberiyle bildiğimiz olaylardır. Bu tarz olayların varlığı, sadece haber yoluyla başkaları tarafından bilinebilir. Bu tarz olayların varlığını aklî istidlallerle başkası için bilinir kılmaya çalışmak mümkün değildir.

Mesela bir adam Büyük İskender ile Darius’tan ve ikisi arasında geçen savaşlardan haber verse ve dinleyen kişi de bu anlattıkları hakkında aklî bir delil istese, haberi veren kişinin şöyle demekten başka aklî bir delil getiremez:

“İki sultan arasında harp ateşinin tutuşması ve bunun üzerine savaş yapmaları mümkün bir iştir. Bu iki sultanın savaştıklarını ise güvenilir tarihçiler bize aktarmaktadır. Mümkün bir işi doğru sözlü bir haberci aktardığı zaman onu tasdik etmek gereklidir. Dolayısıyla bu iki sultan arasında gerçekleştiği doğru sözlü kimseler tarafından haber verilen savaşın gerçekleştiğine hükmetmek vaciptir.”

Kıyamet ve Ölümden Sonra Diriliş

Aynı şekilde kıyametin varlığı, öldükten sonra dirilmek gibi olaylar da sırf nakil ile bilinebilecek olaylardır. Herhangi birinin bu olaylar için mücerred aklî bir delil istemesi gereksizdir. Aklî delil istense bile haber veren kişinin şöyle demesi cevap olarak yeterli olur: “Haber verdiğim bu olaylar herhangi aklî bir delille gerçekleşmelerinin aklen muhal olduğu ispatlanmış şeyler değillerdir. Bir şeyi anlayamamakla o şeyin olmaması aynı şey değildir. Haber verdiğim bu işler mümkün işlerden olunca ve bunları doğru sözlü bir haberci bize haber verince onları ikrar etmek vacip olmuştur. Eğer birisi aktardığım şeyler hakkında aklî delil getirecek olursa bu, ancak bu işin anlaşılabilirliğini artırmak içindir. Yoksa haberci için bir zorunluluk değildir.”

Altıncı Kaide:

Delil ve Misil Arasında Fark Vardır. Dolayısıyla İddia Sahibinden Delil Talep Edilir Misil Değil.

Bu kaideyi şu misalle açıklayalım:

Bir kimse Britanya sultanı Beşinci George’un, sultan oluşu şerefine Delhi’de tören düzenlediğini iddia etse ve bunu duyanlardan biri de şöyle dese:

“Bu iddianı, geçmişte bu olayın misli ve benzeri olan bir olayı örnek vermedikçe kabul etmiyoruz.”

Böyle bir durumda sizce iddia sahibinin geçmişte bir İngiliz sultanın Delhi’de tahta oturma kutlamaları yaptığını ispatlamasına gerek var mıdır? Yoksa şöyle demesi yeterli midir:

“Böyle bir olay daha önce gerçekleşmemiş, hiçbir İngiliz sultanı tahta oturuşunu Delhi’de kutlamamıştır. Fakat bu defa başkadır, Beşinci George’un tahta oturma kutlamalarını Delhi’de yaptığına dair elimde güçlü deliller bulunmaktadır. Bu da törene katılan kişilerin şahitliğidir. Eğer törene katılan hiç kimseden bunu duymamış olsaydık bile bu haber gazetelerde yayınlandıktan sonra tutup da bu olayın gerçekleştiğini onaylamak için geçmişten mislini talep etmek ne kadar doğrudur?”

Kıyamet Günü El ve Ayakların Şahitliği

Kıyamet günü ellerin ve ayakların konuşacağını iddia eden kişi de aynı şekildedir. Hiç kimse bu iddiayı kabul etmek için, iddia sahibinden geçmişte bunun benzeri bir olayı örnek getirmesini isteyemez ve böyle bir örnek getirmediği için de onu yalanlayamaz. Evet böyle bir iddia sahibinin gerçekleşeceğini veya gerçekleştiğini iddia ettiği şeye dair sadece bir delil getirmesi gerekmektedir, geçmişten örnekler değil.

Kıyamet günün ellerin ve ayakların konuşması sırf haber ile bilinebilecek bir olay ve olgular kategorisine dahil olduğu için bu ve bunun gibi olaylara delil getirmekte şöyle bir yöntem kullanmak yeterli olacaktır:

“İddia ettiğim bu olay, muhalliği yani imkansızlığı ispatlanmamış bir olaydır ve bu olayın gerçekleşeceğini doğru sözlü bir haberci bize haber vermiştir. Dolayısıyla bu haber verilen bu olayın gerçekleşeceğine inanmak gerekmektedir.”

Eğer iddia sahibi gerçekleşeceğini iddia ettiği olayın geçmişten bir örneğini getirirse bu onun fazlıdır yoksa böyle bir zorunluluğu yoktur.

Mesela kıyamet günü ellerin ve ayakların konuşacağını iddia eden kişi bu olayın bir benzeri olan gramofonu misal getirebilir. Gramofon da tıpkı el ve ayaklar gibi cansız bir madde olduğundan ve kendisinden ses çıktığından dolayı kıyamet günü el ve ayakların konuşmasının bir benzerini teşkil etmektedir.

(Bu yazı Eşref Ali et-Tehanevî’nin (rahimehullah) el-İntibâhâtü’l-Müfîde isimli eserinden tercümedir.)

Devam edecek…

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Bu çevirileriniz ufuk açıcı ve aklı cilalandırıcı bir vazife görüyor hocam. Allah hem sizden hem de müellifin kendisinden razı olsun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu