MakalelerTefsir

Kevnî (Bilimsel) Tefsir

Giriş

“Kevnî Tefsir / التَّفْسِيرُ الْكَوْنِي” -bazılarının değişiyle Bilimsel Tefsir-, Kuran-ı Kerim’de geçen “âyât-ı kevniyye / الْآيَاتُ الْكَوْنِيَّةُ” yani tabiattan bahseden ayet-i kerimelerin, Bilim adamları tarafından Tıp, Kimya, Biyoloji, Coğrafya gibi ilimlerde ulaşılmış olan ve zıttı ispat edilmediği müddetçe doğru kabul edilen bilgilerle tefsir edilmesi manasına gelir.

Kevnî tefsir mesleğini, Zurkani’nin, yağmurun yağması ve parmak izi ile alakalı Menahil’de verdiği iki numuneyi kaydederek misallendirelim:

Birinci numune: ‘‘Bilmez misiniz ki, Allah bulutları sürer, sonra onları bir araya getirir; üst üste yığar, sen de onların arasından yağmur yağdığını görürsün.’’ (Nûr, 43)

Yağmurun yağması bu gün itibarı ile de aynen böyle tespit edilmiştir.

İkinci numune: ‘‘Evet, Biz onu, parmak uçlarına varıncaya kadar bütün incelikleriyle yeniden yapmaya kadiriz.’’ (Kıyame, 4)

İnsanın yeniden yaratılışında, Mevla Teâlâ’nın kudreti ilam edilirken (بَنَان) ‘‘parmak uçları’’ kelimesinde tahsis bi’z-zikir yapılarak oradaki bir hususiyete işaret edilmiştir. Bugün itibarı ile hiçbir insanın parmak ucunun aynı olmadığı tespit edilmiştir. Bu bir mucize olmakla, ahirette de aynı incelikte yeniden yaratılacak oluşu, sonsuz bir kudretin eseridir.[1]

Kevnî tefsir ile alakalı bu girişi yaptıktan sonra, sırasıyla; tarihi seyrini, tesmiyesini, müdafaa edenler ve reddedenlerin delillerini birer maktada ele alıp, yazıyı nihayetlendirelim.

Tarihi Seyri

Nasıl münazara ilmi, (وَجَادِلْهُمْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَن )[2] ayet-i kerimesine, usulü hadis ilmi, (إِنْ جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَإٍ فَتَبَيَّنُوا)[3] ayet-i kerimesine isnad ediliyor ve nasıl mevzui tefsir mesleği, Seyyidü’l-müfessirin efendimizin, (الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ)[4] ayet-i kerimesindeki zulmü, (إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيم)[5] ayet-i kerimesi ile tefsir edişi[6] gibi bir takım tatbikata müstenit kabul ediliyor ise, kevnî tefsirin mantığını da, tıbbı nebebi hadisleri ve (حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْأَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْأَسْوَدِ مِنَ الْفَجْر)[7] ayet-i kerimesinin Müfti’l-enam efendimiz tarafından gece ve gündüz ile tefsir edilmesi[8] gibi hadiselere müstenit kılmak, tebrrrüki, hoş bir tavır olur.

Müşarun ileyh ilimler mezkûr ayât ve ahadisten bir anda peyda olup, bir bahri amik haline gelmiş değildir. Peyderpey vücuda gelmiş ve tekâmül etmiştir.

Gazali’nin ‘‘Allahu Teala’nın ‘‘Şafî’’ ism-i şerifini anlamak için, tıp ilmini bilmek gerekir.’’[9] gibi ifadelerinden de kevnî tefsiri daha açık bir vaziyette ortaya koyan ilklerden olduğunu birçok kişi söylemektedir.[10] Mamafih ‘‘Gazali ve Suyuti gibi bazı âlimlerin Kuran-ı Azim-i Şan’da bütün sırların mündemiç bulunduğunu ifade etmelerine[11] istinaden, bu âlimlerin kevnî tefsir hareketinin müdafii oldukları iddia edilemez’’ demek yanlış olur. Çünkü iddia cüzî olup, delilin neticesinin küllî olması durumunda, takrip şartı yerine gelmiş olur.

Fahruddin Razi’de bu tefsir mesleğini tatbik eden eskilerdendir.[12]

Son iki asra kadar sakin bir seyir izleyen kevnî tefsir çalışmaları, son iki asırda hız kazanmışdır. İskenderani’nin Keşvu’l-esrari’n-nuraniyyeti’l-Kuraniyye’si, el-Kevekibi’nin Tabaiu’l-istibdad ve mesairu’l-isti’bad’ı, Ahmet Muhtar Paşa’nın Serairu’l-Kur’an’ı ve son olarak Tantavi Cevheri’nin yirmi beş ciltlik Cevahiru’l-Kur’an’ı son birkaç asrın en mühim eserleridir.

Tesmiyesi

Bu tefsir mesleğinin tesmiyesine gelince; son devirde bu faaliyete ‘‘İlmî tefsir’’ tesmiye olunmuştur.

Bu isim, duyulduğunda insanı ‘‘sıradan değil bilakis ciddi bir çalışmanın eseri’’ şeklindeki bir intibaa sevk etmekte olup -ki bu mana kesinlikle ağyarını mani değildir- maksada inildiğinde ise, kendisinden defalarca kez daha ilmî ve isabetli olan dirayet ve rivayet tefsirlerinin, ilmi bir hüviyetlerinin olmadığı veya en azından kıymetçe daha düşük oldukları gibi, fesadı beyandan müstağni bir manayı iham ettirdiği düşüncesiyle, bundan ihtiraz için, tesmiyeyi ‘‘Fenni tefsir’’ olarak yapanlar, bulundukları muhitte, ‘‘fen’’ kelimesinin, kevnî ilimler manasında kullanılmasını göz önüne alıp, bu kelimenin lügat olarak sanat ve çeşit manasında,[13] örfi olarak da sanattan yola çıkarak mutlak ilim ve çeşit manasının etkisi ile de ilim dalı manasında kullanıldığını göz ardı etmiş, bu vecihle, duyulduğunda ‘‘Kuran-ı hakim’i sanat yönü ile inceleyen bir tefsir’’ veya ‘‘baştan sonra tek bir ilim dalı esas alınarak yazılmış bir tefsir’’ şeklinde merama muhalif bir intibadan kurtulamadıkları gibi, fesadı beyandan müstağni mezkûr manadan da ihtiraz edememişlerdir. Hâlbuki ‘‘ayat-ı maddiye’’ diye bir ıstılah olmadığı gibi, maddi tefsir tabirindeki teneffür de aşikâr olduğuna göre, ‘‘Kevnî tefsir’’ ifadesi en sağlıklı ve makul teklif olsa gerektir. Allahu a’lem…

Mamafih kevnî tefsirin altın çağını yaşayıp bitirmesinin ardından ortaya çıkan, Bucaille (1998) isimli bir kişinin yazdığı bir kitaptan yola çıkarak, bu nevi tefsire ‘‘Bucailist tefsir’’ demenin ne kadar sığ ve müsteşrikâne bir tavır olduğunu ifadeye hacet yoktur. Bu ve benzeri İslamî ıstılahları, küfür lisanı ile ifade etmek, müsteşriklerin ve İngilizce, Fransızca bilip Arapça bilmeyen müsteşrik sever bazı muhitlerin âdeti olup, nihai derecede müstekreh bir tavırdır.

Kabül ve Reddi

Kevnî tefsir mesleğini müdafaa edenler, Gazali misalinde olduğu gibi, Kur’an-ı Mübin’in, tüm hakikatlerin membaı olmasından yola çıkarlar. ‘‘Kuran-ı Hakim, mücizu’l-beyandır ve bu itibarla da mucizdir’’ derler. Aslen Risalet penah Efendimizin Kur’an-ı Mücizu’l-Beyan hakkındaki (ولا تنقضي عجائبه)[14] ve (لا يشبع منه العلماء)[15] ifadeleri de bu iddiaya delil teşkil edebilir.

Bununla beraber, Kur’an-ı Kerim’de bazı kevnî hadiselerden bahseden çokça ayet-i kerime mevcuttur. Kur’an-ı Mecid’i inzal buyuran Allahu Zü’l-Celal Hazretleri, bu kainatında Hallak-ı Hakim’i bulunduğuna göre, mekûlatı mahlukatına zıt düşemez.

Kevnî tefsir anlayışını, Şatıbi ve Mustafa Sabri Efendi gibi an ilmin reddedenler olduğu gibi bila ilmin reddedenler de vardır.

“An İlmin” Reddedenlerin Delilleri

An ilmin reddedenlerin söylediklerine kulak verecek olursak:

Şatıbi mealen şöyle der;

Birçok insan Kur’an-ı Kerim hakkındaki iddialarında aşırıya kaçmış ve tabiat ilimleri, mantık, matematik, ilm-i huruf gibi bütün ilimleri Kur’an’a isnat etmişlerdir. Bu Ashab-ı kiram’dan Tabiinden ve Selef-i salihin’den işitilmiş bir şey değildir. Eğer Kur’an-ı Kerim bunları ihtiva ediyor olsaydı, bu, Selef’ten illaki işitilirdi. Kur’an inzal olduğu günkü muhataplarının anlayabileceği ilimleri ihtiva etmektedir.[16]

Mustafa Sabri Efendi de bu hususta, ‘‘Ben fenleri kendimizde görmek isterim. Onları Kur’an’da aramak taraftarı değilim. Kur’an’ın tertip tarzı başkadır.’’ ifadelerini kullanır ve akabinde (يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأَهِلَّةِ قُلْ هِيَ مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ)[17] ayet-i kerimesindeki uslub-u hakim ile getirdiği muazzam delil, insanı hayran bırakacak kabildendir.[18] Zira mezkur ayet-i kerimede, Allahu zü’l-celal Hazretleri, müşriklerin, dini ahkamdan sormaları gerekirken, hilalin neden şekil değiştirdiği gibi, heyet ilmi ile alakalı sordukları sorunun mecrasını değiştirerek, onlara dini ahkamın beyanı ile cevap vermiş ve asıl muhtaç oldukları şeyi bildirerek uslub-u hakim sanatını kullanmıştır.

Muhammed Hüseyin ez-Zehebi de mealen, ‘‘Kur’an-ı Kerim’in, ilk muhatabları tarafından bilinmeyen birtakım manaları ihtiva ettiğini iddia etmek, Kur’an-ı Mucizu’l-Beyan’ın belagatine halel getirir. Mamafih Kur’an-ı Azim, her harfine iman edilmesi gereken bir kitaptır. Kevni ilimlerin nazariyeleri ise birer sabite değildir. Bilakis inkâr edilebilir kabullerden ibarettir. Öyle ise bunların Kur’an’a tatbiki Kur’an’a şüphe düşüreceğinden dolayı mahzurludur’’[19] demektedir.

Selefin böyle bir iddiada bulunmadığı mukaddimesi ile alakalı diyebiliriz ki;

Kur’an-ı Hakim’in ma’denu’l-ulum olduğu kaziyyesinden yola çıkarak selefin kevnî tefsiri müdafaa sadedinde olduğunu iddia etmek ne kadar yanlış ise, keza cifire varıncaya kadar her ilmin Kur’an-ı Azim’de bulunduğunu, isim isim sayarak söylememiş olmalarından da peşinen kevnî tefsiri inkar sadedinde olduklarını iddia etmek de yanlış olur.

Umumi mhteva meselesine gelince, Furkan-ı Hakim’in umumi muhtevası ile bir hidayet rehberi olması, nasıl bazı kıssaların ayrıntılarından bahsetmesine münafi değil ise, keza kevnî bazı hadiselerden bahsetmesine de münafi değildir.

Birisi kalkıp, ‘‘Kıssalarda ibret vardır, ibret de hidayetin bir cüzüdür’’ şeklinde, delilinizde kıyas mea’l-farık vardır mealinde bir itiraz yapamaz. Zira zikredilen bir farık değil bilakis bir ittifaktır. Hali hazırda, kevnî hadiselerin birer ibret vesikası olduğunu kimse inkâr edemez.

Seyyidü’l-enam Efendimizin (لا يشبع منه العلماء)[20] hadis-i şeriflerinde işaret buyurdukları gibi, sadece indirildiği kişilere değil, kıyamete kadar gelecek bütün insanlara ayrı ayrı hitap etmesi, Kur’an-ı Azim’in şanına daha layık olandır. Öyleyse, bugün anlaşılamayan birçok yüce hikmetin, dün anlaşılmış ve yaşanmış olması gibi, dün anlaşılamamış olduğunu zannettiğimiz bazı teferruatın, bugün anlaşıldığını zannetmemiz de Kur’an-ı Hakim’in belagatine zıt değildir.

Ayrıca mezkûr ayet-i kerimeler, o gün itibari ile hiç anlaşılmıyor değil, bilakis ileride anlatılacağı üzere mecazi olarak müşahedesi anlaşılıyordu. Öyleyse belagati ihlal eden bir durum yoktur.

Bazı kevnî hadiselere işaret eden ayet-i kerimelerin çoğunun delaleti kat’i değildir. Aynı şekilde kevnî hadiseler ile alakalı tespitler de inkârı kabildirler. Öyleyse bu tefsir üslubunda kat’i bir şeyler söylemek neredeyse imkânsızdır. Neticede söylenenlerin hemen hepsi, azami, zannı galibe istinat eder. Bu, böylece bilindikten sonra, itikadî bir kaygıya mahal kalmayacaktır. Bu durumun, külliyen olmasa da nispeten aralarında vech-i şebeh bulunan başka misalleri de mevcuttur. Bazı fakihlerin, bazı ahkâm ayet-i kerimeleri hususunda, bir re’yi müdafaa etmelerine rağmen, bir zaman sonra, başka bir re’yi kabul ettiklerine dair sayısız misaller vardır. Bu durum, onların itikatlarında bir teşkike sebebiyet vermemiştir. Kevnî tefsirdeki mezkûr müşkil Kur’an-ı Kerim’e değil, belki kevnî tefsir üslubuna olan inancı sarsacak hüviyettedir.

Kur’an-ı Kerim’de zikredilen bazı şeylerin yanlış olabileceği kaygısının, nedenli yersiz olduğu ise herkesçe müsellemdir.

“Bila İlmin” İtiraz Edenlerin Söyledikleri

Bila ilmin itiraz edenlerin söylediklerine gelince;

-Kevnî tefsir üslubu yanlıştır. Zira Kur’an’da dünyanın düz olduğu gibi, kevnî hadiselere zıt beyanlar vardır. Kur’an bir hidayet kitabıdır ve bu tür zıtlıklar Kur’an’ın şerefine halel getirmez.

-Öncelikle belirtelim ki, ‘‘Kur’an’da hakikate zıt bir şeyler vardır’’ diyecek kadar kâfir ve daha sonrasında ‘‘Ancak bu tür şeyler Kur’an’ın şerefine halel getirmez’’ diyecek kadar da münafık değiliz.

Cevaba geçecek olursak; Bu kâinatı yaratan Allahu zü’l-celal ise ve Kur’an-ı Kerim’de kâinattan da bahsediyorsa, bu bahsin yarattığına uygun olması gerektiği aşikârdır. Öyleyse ‘‘Kur’an-ı Kerim’de, var olan kâinatın aksine bilgilerin bulunması, onun kıymetine bir halel getirmez’’ ifadesi Kur’an’a, bilinçli veya bilinçsiz olarak, Cenab-ı Peygamber Efendimiz’in yazdığı veya muharref İncil mahiyetinde bir kitap gözüyle bakıyor olmanın bir neticesidir.

Aslen bu nevi ayet-i kerimeler bu ifadenin sahiplerinin bilemediği veya bilse de alaka kuramadığı bir mana ile izah edilebilir ki, o da, Kur’an’da geçen bu nevi bilgilerin, hep delaleti kati olmayan veya mecazi bir dil ile anlatıldığı gerçeğidir. Mesela yeryüzünden bahseden (وَإِلَى الأَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ)[21] ayet-i kerimesi gibi bazı ayet-i kerimeler, yeryüzünün düz olduğunu iham ettirmektedir. Bu ve benzeri ayet-i kerimelerin durumu, şöyle bir misalle anlatılabilir. Dünya üzerindeki bütün insanlar, dünyanın yuvarlak olup döndüğü keşfinin üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen, hala güneş için ‘‘doğdu’’ ve ‘‘battı’’ kelimelerini kullanmaya devam etmektedirler. Hâlbuki güneşin doğması, batması diye bir şey yoktur. Dünya’nın dönmesi sonucu, bizim güneşi idrak edebilmemiz veya edemememiz söz konusudur. Bunu da herkes bilir. Öyleyse, insanlar bu kelimeyle hakikati değil, müşahedeyi kastederler. Beyan okuyanların da tasdik edecekleri üzere burada müşahede alakası vardır denilebilir. Bu ayet-i kerimeler için de böyle bir tevcih yapılması gerekir. Bu da, Kur’an’daki mecazi dile bir misal teşkil eder.

Öyleyse, karşılaşılması muhtemel bir zıtlık suretten ibaret olacaktır.

-Kevnî tefsir üslubu doğru ise, birilerinin Razi ve emsali zevatın ‘‘dünya sabittir ve düzdür’’ gibi ifadelerini açıklaması gerekir.

-İmamı Taftazani’nin (لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلاَّ اللَّهُ لَفَسَدَتَا)[22] ayet-i kerimesi hakkında, ‘‘iknai bir delildir’’ demesine,[23] ‘‘evvelkilerin neden böyle demediğini açıklaman gerekir’’ diyerek itiraz etmek nasıl ilmi bir tavır değilse, ‘‘Birilerinin, ‘‘Dünya sabittir ve düzdür’’ diyenlerin bu sözünü açıklamaları gerekir’’ itirazı da ilmi bir itiraz değildir.

-Kevnî tefsir üslubu doğru ise, her yeni tespit neticesinde Kur’an’a farklı manalar vermek gerekir ki bu işi laçkalaştırır.

-Sürekli mana değişimi, bir gün böyle deyip diğer gün tam tersini söyleme meselesine gelince, dünyanın düz olması meselesinin haricinde, bu tekzibin pek fazla misali yoktur. Ve zaten bu tefsir mesleğinde, geride de zikrettiğimiz gibi, kati ifadeler kullanılmaması halinde, mezkûr işkâl ortadan kalmış olur. Yüzlerce müfessirin, Kur’an-ı Veciz’in birçok ayet-i kerimesini, farklı farklı tefsir ettikleri ve bu tefsirlerin kimisinin birbirine zıt olduğu herkesçe müsellemdir. Hususiyetle kevnî tefsire bu tenkidin yapılmasının arkasında, kâfirlerin, bu tefsir mesleğine yaptıkları gayrı ilmi, siyasi itirazların kaygısı vardır.

-Madem Kur’an’da birçok kevnî hadisenin sırrı mündemiçtir, öyleyse neden hep birileri buluyor da, biz çıkıp, ‘‘Bu bizim kitabımızda var’’ diyoruz.

-Şunu belirtelim ki, Kur’an-ı Kerim kendi ifadesiyle bir hidayet rehberidir ve tarih boyunca hiç kimse ona, insanlara kevnî hakikatleri öğretmeyi amaçlayan bir kitap gözüyle bakmamıştır. Mesela dünyanın yuvarlak olduğunu bulan Müslüman heyet âlimleri,[24] ellerinde Kur’an-ı Kerim olmasına rağmen, bunu, (يُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى اللَّيْل)[25] ayet-i kerimesine bakarak değil, bilakis gözlemleme ve inceleme sonucu bulmuşlardır. Daha sonra da bazı müfessirler, mezkûr ayet-i kerimeyi buna işaret saymışlardır. Hasbelkader bunu bulan, bir Yahudi de olabilirdi. Veya bazı kâfirlerin bulduğu ve sonradan, Kur’an’da kendisine işaret olduğu söylenen kevnî hadiseleri, bir Müslüman, elinde Kur’an-ı Kerim olduğu halde, ona bakmadan bulmuş olabilir ve daha sonradan, kendisi, elindeki Kur’an’ı okurken, onun ile alakalı bir işaret görebilir veya buluşunu anlattığı ve Kur’an’ı daha iyi bilen bir arkadaşı veyahut hocası bunu duyunca, ona, Kur’an-ı Mucizu’l-Beyan’ın bir ayet-i kerimesinin ilgili meseleye temas ettiğini söylemiş de olabilirdi. Şimdi, o kimsenin, o arkadaşına veya hocasına, ‘‘Madem bu ayet-i kerime buna delalet ediyordu, o zaman sen niye bulmadın’’ demesi ne kadar mantıklı olur?

Öyleyse bu sorunun, üzerinde düşünülmeden sorulmuş olmakla, ilmi ve fikri bir kıymeti harbiyyesi yoktur.

Netice Olarak:

Her bir müfessir, kendi meşrebince ve ilmi seviyesince Kur’an-ı Hakim’i beyana gayret göstermişlerdir. Böylece, üsluplar tekevvün ve tekemmül etmiş ve tefsirler de, bazen tek üsluba münhasır ve bazen de birden fazla üslubu cami bir vaziyette yazılmıştır. Biz de âcizane, bu tefsir çeşitlerinden ‘Kevni Tefsir’ nevini incelemeye ve birtakım tahlillerde bulunarak meseleleri izah etmeye gayret etmiş bulunduk.

و الحمد لله ربنا المتعال و صلوته و سلامه على حبيبه و أله وصحبه أجمعين


[1] Muhammed ez-Zurkani, Menahilu’l-irfan, c.1 s.26-7.

[2] Nahl suresi, ayet 125.

[3] Hucurat suresi, ayet 6.

[4] Enam suresi, ayet 82.

[5] Lokman suresi, ayet 13.

[6] Buhari, tefsir, 31.

[7] Bakara suresi, ayet 187.

[8] Buhari, r.1817; Müslim, r.2585; Ebu davut, r.2351; Tirmizi, r.2971.

[9] Gazali, Cevahiru’l-Kuran, Mısır 1329, s.32.

[10] Tabakatu’l-müfessirin kitaplarının kevnî (ilmî) tefsir bölümlerine ve bu hususta yazılmış müstakil eserlerin tarihî seyr ile alakalı bölümlerine müracaat edilebilir.

[11] Gazali, Cevahiru’l-Kuran, Mısır 1329, s.31; Suyuti, el-İtkan, Beyrut ts, c.1 s.3

[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, Ravza yayınları, İstanbul 2008, c.2 s.490-491.

[13] Mucemu’l-vasit, فن maddesine müracaat ediniz.

[14] Tirmizi, Fezaili’l-Kuran, r.2906; Darimi, Sünen, r.3315-3331.

[15] Tirmizi, Fezaili’l-Kuran, r.2906; Darimi, Sünen, r.3331.

[16] Şatıbî, el-Muvafakat, Daru b. Affan 1317, c.2 s.129-130.

[17] Bakara suresi, ayet 189.

[18] Mustafa Sabri Efendi, Meseleler, Sebil Yayınları İstanbul 1995, s.30.

[19] Ez-Zehebi, et-Tefsir ve’l-müfessirun, Mısır 1396, c.2 s.491-492

[20] Tirmizi, Fezaili’l-Kuran, r.2906; Darimi, Sünen, r.3331.

[21] Gaşiye suresi, ayet 160.

[22] Enbiya suresi, ayet 22.

[23] Saduddin et-Taftazani, Şerhu’l-akaid, FaziletNeşriyat İstanbul 2015, s.88.

[24] Mahmud Karakaş, Müslüman Bilim Adamları, Mostar Yayınları İstanbul 2009, s.49.

[25] Zümer suresi, ayet 5.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu