Tefsir

Vahiy Hakkındaki Çarpık İddialara Cevaplar -1-

[1]Vahyin Lüğavi Manası

Vahiy aslında işaret, kelam, risalet ya da ilham yoluyla gizlice bildirmek demektir. Ragıp el-İsfahânî “vahyin aslı hızlı işarettir, bu da işaret ve tariz yoluyla yapılan kelam ile olur. Bazen mürekkep olmayan mücerret sesle, bazen çeşitli azalarla yapılan işaretle, bazen de yazmakla gerçekleşir“ demiştir[2].

O takdirde vahyin lügatteki/sözlükteki manası: “başkasına gizli kalacak şekilde vahyin kendisine yöneltildiği kişiye has olan seri ve gizli bildirme” demektir.

Bu lüğavi/sözlüksel tarifin altına çeşitli kısımlar girer:

  1. Garîzî (doğuştan gelen/ içgüdüsel) ilham. Bunun misali arıya yapılan vahiydir.
    • وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ
    • Rabbin, bal arısına şöyle vahyetti/ilham etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin.” (en-Nahl/68)
  2. Allah Teâlâ’nın, ruhu temiz, mizaç ve tabiatı salim olan insanın kalbine yerleştirdiği, hâtırına düşürdüğü ilham. Bunun misali ise Musa Aleyhisselâm’ın annesine yapılan vahiydir[3].
    • وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى أَنْ أَرْضِعِيهِ
    • Mûsâ’nın annesine, “Onu emzir…” diye vahyettik/ilham ettik. (el-Kasas/7)
  3. Şeytanın vesvesesi ve kışkırtması[4]. Buna da En’âm suresinin 112 ve 121. ayetleri misal teşkil eder[5]:
    • وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الْإِنْسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا
    • İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar vahyeder/fısıldarlar. (el-En’âm/112)

Vahyin Şer’î Manası

Şeriata göre ise vahiyden murat “Allah’ın kullarından birine bazı şeyleri bildirmesi”dir[6]. Bu bildirme çeşitli yollarla olabilir:

Nitekim Hars ibni Hişam Radıyallâhü Anh, Rasûlüllâh Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’e “Ey Allah’ın Rasûlü! Vahiy sana nasıl geliyor?” diye sorduğunda Rasûlüllâh Sallallâhü Aleyhi ve Sellem şu cevabı vermiştir:

أَحْيَانًا يَأْتِينِي مِثْلَ صَلْصَلَةِ الجَرَسِ، وَهُوَ أَشَدُّهُ عَلَيَّ، فَيُفْصَمُ عَنِّي وَقَدْ وَعَيْتُ عَنْهُ مَا قَالَ، وَأَحْيَانًا يَتَمَثَّلُ لِيَ المَلَكُ رَجُلًا فَيُكَلِّمُنِي فَأَعِي مَا يَقُولُ

“Bazan çıngırak sesi gibi gelir, bana en ağır geleni de budur. Sonra vahiy benden kesilir, ben de bana söyleneni aynen alıp ezberlemiş olurum. Bazan da melek bana bir insan suretine temessül etmiş olarak gelir ve benimle konuşur, ben de onun söylediğini aynen bellemiş olurum[7].”

Hazreti Aişe Radıyallâhü Anhâ validemiz, Rasûlüllâh Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’in kendisine gelen vahiy hakkındaki sözlerini böylece naklettikten sonra demiştir ki:

“Ben, gerçekten O’na (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) soğuğu şiddetli bir günde vahiy geldiğine şahit olmuştum. Vahiy kesildiği zaman şakakları şapır şapır terliyordu[8].”

Yine Rasûlüllâh Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’in uykuda iken gördüğü sadık rüyalar vahyin çeşitlerindendir. Hazreti Aişe Radıyallâhü Anhâ şöyle demiştir:

فَكَانَ لاَ يَرَى رُؤْيَا إِلَّا جَاءَتْ مِثْلَ فَلَقِ الصُّبْحِ

“Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem), hiç bir rüya görmezdi ki, sabah aydınlığı gibi apaçık zuhur etmesin![9]

Vahye İmanın Gerekliliği

Kur’an, sünnet ve icma’ vahye iman etmenin gerekliliğine delalet eder. Bundan sonra kalp yatışması ve mutmainliğinin elde edilmesi maksadının dışında başka delil aranmaz.

Buna göre vahiy hakkında mutmainlik/ gönül rahatlığı hâsıl olması maksadıyla şöyle dememizde bir sakınca olmasa gerektir:

“Modern bilim, insanların çok uzak mesafelerden irtibat kurmasının, hatta görüntülü görüşmelerinin mümkün olduğunu gözler önüne sermiştir. Allah’ın yarattığı beşer bile bu işi yapabiliyorsa, beşerin ve tüm kâinatın yaratıcısı olan Allah Teâlâ’nın mekândan münezzeh olduğu halde beşerden biriyle kelam etmesi yahut bir elçi gönderip dilediğini o kuluna vahyetmesi çok daha mümkündür!

Aklıselim, Allah Teâlâ’nın varlığını ikrar edip, -delilleri inceledikten sonra- Muhammed Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’in ve kardeşleri olan diğer peygamberlerin risaletini de tasdik edince, hiç şüphesiz vahye de iman eder[10]. Çünkü aklıselimin doğruluğunu tasdik ettiği peygamberler vahyin vukuunu haber vermişlerdir. Bu peygamberler görüş, hüküm ve kanunlarını kendi nefsinden alanlar ile eksiltme ya da artırma yapmadan Allah Teâlâ’dan alanların arasını nasıl ayıramazlar?

İslam Düşmanları Neden Vahyi İnkar Ediyorlar?

İşte bu iki fırka arasını ayıran kırmızı çizgi konumundaki “vahy”in ehemmiyetinden dolayı İslam düşmanları vahyin vukuu hususunda kafaları karıştırmaya çalışmışlardır. Onlar vahiy ile, ilham ve kalbe gelen düşüncelerle vesveseler arasındaki farkı gizleyerek bu konuda çeşitli şüpheler üretmişlerdir. Bunu yapmalarındaki amaç, Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’in tebliğ ettiği ahkâmın kendi şahsî düşüncesinin mahsulü olduğunu ispat edip İslam’ı bitirmektir. Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Allah kâfirler kerih görseler de nurunu tamamlayacaktır.(es-Saff/ 8)

Tam da bu yüzden eski dönemlerde de modern çağda da İslam’ı yıkmak isteyen düşmanların “vahiy” inancına saldırmalarında şaşılacak bir şey yoktur. Bunu hem vahyin sıhhati, hem de Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’e indirilmesinde şüpheler üreterek yapmışlar ve yapmaktadırlar.

Rasûlüllâh Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’in dönemindeki İslam düşmanlarının ortaya attığı şüphelerden biri Kur’an-ı Kerim’in efsane ve masal (mitoloji) olması iddiasıydı. Nitekim bunu bize bizzat Kur’an-ı Kerim şöyle anlatır:

…يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ

…İnkâr edenler, “Bu (Kur’an) evvelkilerin masallarından başka bir şey değil” derler. (el-En’âm/25)

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ مَاذَا أَنْزَلَ رَبُّكُمْ قَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ

Onlara “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, “öncekilerin masalları” dediler. (en-Nahl/24)

Yine onların şüphelerinden biri Rasûlüllâh Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’in Kur’an’ı başka bir insandan almış olmasıdır. Ancak bu şüpheyi de güzel tasarlayamayıp, Kur’an’ı acem/ Arap olmayan birinden aldığını iddia etmişlerdir!

وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ لِسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُبِينٌ

Andolsun ki biz onların, “Kur’an’ı ona bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. İma ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur’an ise gayet açık bir Arapçadır. (en-Nahl/103)

İslam ve Müslümanlara karşı zararı ve hileleri çok daha fazla olan modern çağdaki düşmanlar ise eskilerin ortaya attıkları şüpheler üzerine yeni şüpheler eklemişler ve kendi fikir tuzaklarına düşenleri kandırmak için bu şüphelerinin modern bilime dayandığı iddia etmişlerdir.

Bunların ortaya attıkları şüphelerden bazıları şunlardır:

  • Muhammed okuma yazma bilmeyen ümmi bir zat idi, felsefeci de değildi. Ancak O, düşüne düşüne tedricen keşfederek putperestliği ortadan kaldıracak bir akide geliştirdi[11].
  • Muhammed’in ortaya attığı davet başına gelen sara/epilepsi hastalığından kaynaklanmıştı[12].
  • Vahiy Muhammed’e hariçten değil, kendi nefsinden gelen bir ilhamdı. Çünkü onun saf iç âlemi, Allah’a imanının kuvvetiyle putperestlikten ve çirkin adetlerden uzak oluşu, zihninde ve aklında birtakım haller ve görüşlerin tecelli etmesine tesir etmişti. Bu sebeple olması gerektiğini düşündüğü meseleleri, semadan vasıtasız olarak inen ilahi bir irşad olarak tasavvur etmiş, ya da melek olduğunu düşündüğü bir adam ona gözükmüştür[13]!

Bu materyalist düşünce sahipleri (mâddiyyûn) Muhammed (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in görüp işittiği şeylere dair verdiği haberlerin doğruluğunda herhangi bir şüphelerinin olmadığını, ancak bu haberlerin kaynak ve menbaının O’nun kendi nefsi olduğunu, yoksa madde âleminin ve tabiatın ötesinde olduğu söylenen gayb âleminden gelmediğini iddia etmektedirler. Çünkü onlara göre ne gayb âleminin varlığını ispat edecek, ne de nefyedip muhal kılacak bir delil yoktur. Bu yüzden de alışılagelmiş olmayan zahirleri, bilinen ve insanlar katında sabit olan şeylerle tefsir etmişlerdir[14].

Biz bu materyalistlerle şu fer’i mesele hakkında mücadeleye girişmeyeceğiz. Çünkü bizim onlarla ihtilaf noktamız asıl meselededir. Bu asıl ise “bir şeyin varlığına inanmak için hissedilebilmesinin/duyu organlarıyla idrak edilebilmesinin şart olup olmadığı” meselesidir.

Elbette bu şart merdüttür, kabul edilemez. Çünkü madde olmadığı halde var olan ve varlığı zarureten herkesçe bilinen şeyler vardır. Ayrıca onlar “gayb âleminin varlığını nefyedip muhal kılacak bir delil olmadığını” da ikrar ettiklerine göre, vahyi ispatlayan bir delil gelip, nefyeden bir delil bulunmadığında ona iman vacip olur.

Bizim modern asırdaki Avrupalı oryantalistlerin vahiy konusundaki şüphelerini ele almamız, Müslümanlarla düşmanları arasında cereyan eden vahiy meselesi hakkındaki tartışmaların sınırını tespit edebilmek içindir.

İşte bu girişten sonra, İslam akidesini araştırarak vahyin şeriattaki yüksek konumu ile ehemmiyetini ve kat’î sübutunu idrak ettiği halde, sonrasında din düşmanlarının kısmen işaret ettiğimiz -bilimsel ve objektif süsü verilmiş- bu ve benzeri şüphelerine vakıf olan kimselerin hakikatini idrak etmeye çalışalım!

Devam edecek…


[1] Bu makale Fehd b. Abdirrahman b. Süleyman er-Rûmî tarafından kaleme alınan “Menhecü’l-medreseti’l-akliyyeti’l-hadîse fi’t-tefsîr” adlı eserin “el-Vahy” (c. 2, s. 479-511) başlığının notlarla zenginleştirilmiş özet tercümesidir.

[2] Râğıb, el-Müfredât (“v-h-y” maddesi). Lisânü’l-Arab, “v-h-y” maddesinde zikredildiğine göre ise “hızlı bir şekilde ve gizlice söylemek, işaret etmek, ilham etmek” anlamına gelir.

[3] Müfessirlerin cumhuru Mûsâ Aleyhisselâm’ın annesine yapılan vahye ilham anlamı vermektir. Yine bazı müfessirlere göre Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Îsâ’nın havârilerine “kendisine ve peygamberine iman etmelerini vahyetmesi (el-Mâide 5/111)” bu kısımdandır.

[4] Yani şeytanın, insanlar ve cinlerden olan kendi dostlarına, peygamberler ve müminlere düşmanlık etmeleri için gizlice telkinde bulunması.

[5] Vahiy (v-h-y) maddesi Kur’ân-ı Kerîm’de yetmişi aşkın yerde fiil kalıplarıyla, altı yerde de “vahy” şeklinde geçer ve bu âyetlerin çoğunda Allah’a, bunun dışında şeytana ve yardımcılarına nisbet edilir.

[6] Yine Lisânü’l-Arab, “v-h-y” maddesinde zikredildiğine göre “Allah’ın bir emri, bir hükmü veya bilgiyi peygamberine gizli olarak bildirmesi” demektir.

[7] Buhârî, Sahîh, hadis no: 2, 3215.

[8] Buhârî, Sahîh, hadis no: 2.

[9] Buhari, Sahîh, hadis no: 3; Müslim, Sahîh, hadis no: 160. Vahyin diğer çeşitleri için ‘Ulûmu’l-Kur’an kitaplarına müracaat edilebilir.

[10] Zira açık delillere rağmen vahyin Allah tarafından gönderildiğini inkâr edenler ve onu alaya alanlar kâfir olarak vasıflanmış ve cehenneme atılacakları bildirilmiştir (en-Nisâ 4/140; el-Müddessir 74/24-26).

[11] Lothrop Stoddard, Hazıru’l-Âlemi’l-İslâmî, (Arapçaya çeviren: Şekip Arslan) c. 1, s. 39.

[12] A.g.e. c. 1, s. 34.

[13] Yani -haşa- şizofren biri gibi halüsinasyon görürdü denmek isteniyor!

[14] Muhammed Reşid Rıza, el-Vahyü’l-Muhammedî, s. 75.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu