AkaidMakaleler

“Peygamber”lerin Üstünlüğü Meselesi -1-

Giriş

Mevla Teâlâ Hazretleri ilk insanla beraber peygamberlik müessesini başlatmış, tarihin çeşitli dönemlerinde birçok kavme peygamber göndermiştir. Kur’an-ı Hakîm’de sadece 25 “peygamber”den bahsedilse de Âdem Aleyhisselam’dan peygamberlerin hitamı olan Muhammed Mustafa’ya kadar kaç peygamberin geldiği tam olarak bilinmemektedir. Her ne kadar muharref dinin mensupları peygamberleri tamamıyla kabul etmeseler de İslam itikadına göre bizler, Allah tarafından insanlığa gönderilmiş her bir peygamberin hak olduğuna şeksiz ve şüphesiz iman ederiz.

Rasul ile Nebi

İnsanlığın hidayeti için gönderilen Peygamberlerden bir kısmı; kendisine kitap gönderilmiş olan ‘Rasûl’ iken, diğer kısmı da kendinden önce gönderilen şeriatla amel etmek ve bunu insanlara tebliğ etmekle görevlendirilmiş olan ‘Nebi’ dirler. Rasullerin dördüne; Kur’an-ı Kerîm, İncil, Tevrat ve Zebur olmak üzere müstakil kitaplar verilmişken, diğer rasullere sahifeler verilmiştir. Keza kimi peygamberlerin tek bir ümmeti varken diğer peygamberlerin birbirlerine nispeten daha çok ümmeti bulunmaktadır.

Bazı “Peygamber”lerin Sıfatları ve Üstünlükleri

Ayrıca diğer peygamberlerden farklı olarak Mevla Teâlâ ile vasıtasız konuşan Musâ Aleyhisselam ‘Kelîmullah’ iken, İsâ Aleyhisselam ‘Ruhullah’, İbrahim Aleyhisselam ‘Halilullah’, Nuh Aleyhisselam ‘Neciyullah’, Âdem Aleyhisselam ‘Safiyullah’ Muhammed Mustafa Sallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz ise ‘Habibullah’tır. İşte “Peygamber”lerin bu ve benzeri daha birçok yönden birbirlerine üstünlükleri vardır. Nitekim Mevlâ Teâlâ Hazretleri bu hususta şöyle buyurmaktadır:

تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ

“İşte bu “peygamber”ler ki, (biz) onların bazısını bazısına üstün kıldık.”[1]

وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّ۪نَ عَلٰى بَعْضٍ

“Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık.”[2]

Bahsi geçen ayet-i kerîmelerde peygamberlerin birbirlerine olan üstünlükleri “الفضل” kökünden türemiş olan ‘Tefîl’ bâbından “فضلنا” kelimesi ile ifade edilmiştir ki; tercih etmek, üstün tutmak ve öncelik vermek gibi anlamlara gelmektedir.[3] Günümüzde bazıları Peygamberlerin üstünlüklerini red sadedinde tefsirlerdeki beyanlara ve sözlüklere rağmen ayet-i kerimedeki bu kelimenin aslında ‘farklı olmak’ manasına geldiğini dillendirseler de bu delilsiz bir iddiadan ibarettir. Yazımızın ilerleyen satırlarından da anlaşılacağı üzere aynı zamanda Kur’an-ı Kerîm’in diğer ayetlerine ve Hadis-i şeriflere de muhalif bir beyandır. Halbuki meseleye insaf nazarıyla yaklaşan herkes, zikri geçen ayetlere göz attığı takdirde Peygamberler arasında üstünlük bakımından derece farkının olduğunu anlayacaktır.

Üstünlüğün Olmadığını Savunanların Vehmi

Konu, peygamberlerin üstünlükleri olunca çokça mevzu bahis yapılan ayet-i kerîmelerden biri de Bakara Sûresinin şu ayet-i kerîmesidir:

لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِه۪۠

“Onun (Allah’ın) peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinin arasından ayırmayız (hepsine inanırız)”[4]

Buradan hareketle peygamberlerin arasındaki üstünlüğü reddetmek büyük bir hatadır. Adeta cımbızlayarak ayet-i kerimenin sadece bu kısmını ortaya atmak yerine ayet-i celîle baştan sona okunursa mesele vuzuha kavuşacaktır. ‘Âmenerrasûlu’ diye bilinen bu ayet-i celîlede şöyle buyruluyor: “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. ‘Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır’ dediler.” Görüldüğü üzere buradaki mesele peygamberlerin birbirlerine olan üstünlükleri değildir. Bilakis burada peygamberlere karşı iman noktasında ayrım yapılmaması gerektiğinden bahsedilmektedir. Burada tefsirlerden tek tek kaynak göstermeyi gereksiz buluyoruz, ancak dileyen mütedavil tefsirlerden Ebu’l-Berekât en-Nesefî’nin ‘Medâriku’t-Tenzîl’ adlı tefsiri ve İbn-i Kesîr’in tefsiri gibi daha birçok tefsire başvurulabilir. Biz burada Ömer Nasuhi Bilmen Efendi’nin bu meseleyle ilgili veciz ifadelerini nakletmeyi yeterli buluyoruz. Muvazzah İlm-i Kelam adlı eserinde Ömer Nasuhi Efendi şöyle buyuruyor: “Bütün nebîler ve resûller masumdur. Vahiy ve ilhama mazhar olmuşlardır. Kendilerine emanet edilen kutsal vazifeleri en güzel şekilde yerine getirmek için bütün çabaları sarfetmişlerdir. Bundan dolayı bu noktada aralarında bir fark yoktur. Biz hepsinin peygamberliğini kabul ediyoruz; diğer milletler gibi peygamberlerin bir kısmını inkâr edip, diğer bir kısmı için birtakım kötü iftiralarda bulunup, içlerinden bazılarını da ulûhiyyet mertebesine yükseltmiyoruz. Böyle bir inançtan Cenâb-ı Hakk’a sığınırız. “Allah’ın peygamberleri arasında hiçbir ayrım yapmayız” (Bakara 2/285) âyet-i kerimesi ümmet-i Muhammed’in bu konudaki inancını göstermektedir.”[5]

“Beni Yunus b. Mettâ’ya Üstün Tutmayın” Rivayeti

Peygamberlerin birbirlerine olan üstünlüklerini inkâr noktasında irad edilen bir diğer itiraz da Efendimizden nakledilen “لا تفضلوني على يونس بن متى” “Beni Yunus b. Mettâ’ya üstün tutmayın” sözüdür. Oysaki bu rivayeti bu lafızlarla muteber hadis kaynaklarında bulmak mümkün değildir. Nitekim Suyutî de bu rivayet ile ilgili olarak: “Bu lafız ile vakıf olamadım (bulamadım).”[6] demiş ve peşine benzer lafızlarla birbirine yakın manalardaki hadis-i şerifleri serdetmiştir. Ancak ne Allame Suyutî’nin serdettiği hadisler içerisinde ne de diğer kaynaklar arasında bu rivayetteki “لا تفضلوني (Beni üstün tutmayın)” ifadesinde olduğu gibi nehiy sığasıyla peygamberimizin üstünlüğü yasaklanmamıştır. Örneğin; Buhari ve Müslim’de rivayet edilen bir hadis-i şerifte: “Hiçbir kulun: ‘Ben Yunus b. Mettâ’dan hayırlıyım demesi uygun değildir”[7] buyruluyorken, Sahih-i Buhârî’de: “Sizden hiçbiriniz: ‘Ben Yunus’tan hayırlıyım demesin.”[8], Ebû Davud’da ise: “Hiçbir peygamberin: ‘Ben Yunus b. Mettâ’dan hayırlıyım demesi uygun değildir”[9] buyrulmuştur. İbn Kuteybe hariç, hadisi nakleden kaynaklardan hemen hemen hiçbirinde “beni üstün tutmayın” şeklindeki bir lafızla nakledilmemiştir. Muhtemelen kaynaklarda bu hadis-i şerif böyle geçse de bazı kelamcıların dilinde İbn Kuteybe’nin naklettiği şekilde ortaya çıkmış olabilir.[10]

İtiraz olarak vaki olan rivayetler Yunus (Aleyhisselam) ile ilgili zikrettiğimiz rivayetlerden ibaret değildir. Örneğin Sahih-i Buhârî ve Sahih-i Müslim’de: “Beni Musâ’ya tercih etmeyiniz.”[11] ve “Peygamberler arasında tercih yapmayınız”[12] şeklinde sahih rivayetlerde mevcuttur. O halde gerek Yunus (Aleyhisselam), gerek Musa (Aleyhisselam) gerekse de mutlak olarak peygamberler ile ilgili Buhârî, Müslim ve Ebu Davud’dan naklettiğimiz rivayetlere biraz daha yakından inceleyelim.

Yukarıda zikri geçen hadis-i şeriflerin zahirlerinden hareketle Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in diğer peygamberlerden üstün olmadığını ve dolayısıyla da peygamberler arasında üstünlükten bahsetmenin yanlış olduğunu dile getirmişlerdir. Fakat bu hadis-i şeriflerden böyle bir mana çıkarmak doğru değildir. Zira mezkûr rivayetlere bu şekilde yaklaşan kimse, yine Sahih-i Buhârî’de rivayet edilen: “Ben Ademoğlunun efendisiyim” hadis-i şerifi ile çelişkili duruma düşmüş olur. Halbuki bir meseleyi incelerken etraflıca bütün ayet ve hadisler muvacehesinde ele almak gereklidir. Nitekim Buhârî şarihi Bedruddin el-Aynî, zahirinde tafdilin nefyedilmesi tevehhümü olan bu rivayetlerle ilgili şunları kaydetmektedir:

“1. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu sözü[13] peygamberlerin en faziletlisi olduğunu ögrenmeden önce söylemiştir. Bunu ögrenince, ‘Ben Ademoğlunun efendisiyim. Ama övünme yoktur.’ buyurmuştur.

2. Peygamberler arasında üstünlük iddiasında nehiy vardır. Çünkü bu, bazı peygamberlerde noksanlık olduğu fikrine götürür ki bu da küfürdür.

3. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem), peygamberler arasında üstünlük iddiasını husumete sebep olur gerekçesiyle yasaklamıştır. Nitekim bir Müslümanın bir Yahudi’yi tokatlamasında olduğu gibi.

4. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tevazu yaparak, kibir ve kendini beğenmişliği yasaklamak için böyle buyurmuştur.

5. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nübüvvetin aslında üstünlük iddiasını yasaklamış̧, ama peygamberlerin kendilerinde, risâletlerinin genelinde ve kendilerinde bulunan özelliklerin fazlalığındaki üstünlüğü yasaklamamıştır.”[14]

Mezkûr rivayetlerin şerhi mahiyetinde Molla Aliyyu’l-Kârî de, az önceki el-Aynî’den yaptığımız alıntındaki beşinci noktaya benzer bir şekilde şöyle söylemiştir: “Peygamberlerin tamamı nübüvvet mertebesinde eşittirler. Aralarındaki üstünlük ise dereceler itibarıyladır.”[15]

Ömer Nasuhi Efendi ise tefsirinde bu hususta şöyle söyler: “Bu yüksek dereceleri haiz olan en büyük peygamber ise Hazreti Muhammed’dir (Aleyhisselâtü vesselam) O Hatemü’l-enbiyadır, onun şeriatı şerayi’i sabıkayı nasihtir. O sidretü’l-müntehaye kaldırılmıştır. O makamı mahmudu haizdir, onun ümmeti, bütün ümmetlerden ziyadedir. Binaenaleyh Rasulü Ekrem Efendimizin dereceleri bütün enbiyanın derecelerinden âlidir.”[16] Nitekim yazının başında zikrettiğimiz Bakara Sûresindeki mezkûr ayetin devamında da şöyle buyrulmaktadır: “Kimisini de derece derece yükseltmiştir.”[17]

İbn Âşur bu ayet-i kerimede Allah Teâlâ’nın, peygamberlerden bazısını kendini tanımlayan vasfıyla, bazısını da ismiyle zikretmek suretiyle üç “peygamber”den bahsettiğini beyan ettikten sonra şunları kaydediyor: “Ayet-i Kerîme’deki ‘مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰه İçlerinden kimi var ki Allah, kendisiyle tekellüm etti (konuştu)’ ifadesinden kasıt Musa (Aleyhisselam)’dır. Zira Musa (Aleyhisselam) Kur’ân-ı Kerîm’de bu büyük haslet ile iştihar etmiştir. İsa (Aleyhisselam) ise açıkça isminin zikredilmesiyle bahsedilmiştir. (Musa (Aleyhisselam)’dan sonra İsa (Aleyhisselam)’dan önce) aralarında Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’e ‘وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجاتٍ Kimisini de derece derece yükseltmiştir’ ifadesiyle ima ile işaret edilmiştir. Zira ayetteki ‘بَعْضَهُمْ’ kelimesinden bir fırkanın değil de belli bir kişinin kastedildiği taayyün etmiştir. Dolayısıyla da ayette bahsedilen dereceler, o kişi için sabit olan fazilet dereceleridir. Eğer ‘bazısı’ ifadesiyle bir kişi değil de bir topluluk kastedilirse ayetin bu kısmı, başındaki ‘فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ Biz onların bazısını, bazısından üstün kıldık.’ ifadesiyle tekrarlanmış olurdu.”[18]

Kadı İyaz ‘eş-Şifâ’ adlı eserinde ise ehl-i tefsirin, ayet-i kerîme’nin bu kısmında Rasulullah’tan bahsedildiğini belirttiklerini ifade etmiştir. Zira Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) insanların ‘beyazına ve esmerine’ (cümlesine) gönderilmiş, ganimetler ona helal kılınmış, elinde mucizeler zuhur etmiş, fazilet ve keramet olarak Fahr-i Kâinat Efendimize verilenler hiçbir peygambere verilmemiştir.[19]

İbn Âşûr daha sonra ‘Ba’z’ (بَعْض) kelimesinin Araplar tarafından tek kişi manasında kullanıldığını belirtip, kelimenin o manada kullanıldığı bir şiiri de destek mahiyetinde zikretmiştir. Ayrıca Arap dili ve edebiyatı konusunda otorite kabul edilmiş Zemahşerî de muayyen bir kişiden bahsederken ‘Birisi’ ya da ‘Bazısı’ şeklinde ifade edilebileceğini ve dolayısıyla bu kelimenin tek kişi için kullanıldığını vurgulamıştır.[20]

Peygamberler arasında üstünlük tartışmasının yasaklandığını andıran rivayetler içerisinde özellikle Yunus (Aleyhisselam) ile ilgili rivayetlerin tevazu için söylendiğine dair وَلَا تَكُن كَصَاحِبِ الْحُوتِ (Balık sahibi (Yunus) gibi olma.)”[21] ayet-i kerimesi de delil olarak yeterlidir. ‘Yunus (Aleyhisselam) gibi olma’ buyruluyorken bu rivayeti hakiki manasında anlamak doğru değildir, dolayısıyla tevazuya hamledilmelidir. Musa (Aleyhisselam) ile ilgili rivayetin tevazu için söylendiğine delil olarak ise, Allah Teâlâ’dan yardım istemiş olmasını söyleyebiliriz. Şöyle ki; Musa (Aleyhisselam) Firavun’la bir araya gelecekti. Firavun’un sert ve kaba olduğunu bildiğinden dolayı böyle bir sıkıntıya göğüs gerebilmek için: “Rabbim! Gönlüme genişlik ver”[22] diyerek, Allah’tan yardım istemişti. Öte taraftan Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi ve Sellem), Allah’tan böyle bir şey istemediği halde, Allah, ona bunu vermişti. Nitekim Mevlâ Teâlâ Efendimiz’e hitaben şöyle buyuruyor: “Senin gönlüne genişlik vermedik mi?”[23] Buradan hareketle bazı tasavvuf alimleri Musa (Aleyhisselam)’in mürid, Peygamber Efendimizin ise murad olduğunu söylemişlerdir.[24] Bu da bize açıkça Efendimizin daha faziletli olduğunu gösteren bir alamettir.

Devam edecek…


[1] Bakara, 253.

[2] İsra, 55.

[3] İbn Manzûr Ebu’l-Fazl Cemâleddin Muhammed b. Mükremîn, Lisânü’l-arab, (Beyrut: Dâru’s-sâdır, XI, 524; Mecdüddin Muhammed b. Yakûb el-Fîrûzâbâdî, Kâmûsu’l-muhît, (Beyrut: Müessesetü’r-risâle), s. 1043.

[4] Bakara, 285.

[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelâm, s. 246-247.

[6] Menâhilü’s-Safâ fî Tahrîci Ehâdîsi’s-Şifâ, Müessesetü’l-Kutubi’s-Sekafiyye, s. 75.

[7] Buhârî, Sahih, No: 3413; Müslim, Sahih, No: 2375.

[8] Buhârî, Sahih, No: 3412.

[9] Ebû Davud, Sünen, No: 4670.

[10] Nuri Tuğlu, Mâturîdî Kelâm Ekolü Çerçevesinde Kelâmî Hadislerin Değerlendirilmesi, (Basılmamış Doktora Tezi, SDÜ, Sosyal Bilimleri Enstitüsü), Isparta 2003, s. 260.

[11] Buhârî, Sahih, No: 3408; Müslim, Sahih, No: 2373.

[12] Buhârî, Sahih, No: 6916; Müslim, Sahih, No: 2374.

[13] Bedruddin el-Aynî’nin bu ifadeleri ‘Müslümanın Yahudi’yi tokatlaması’ hadisinin şerhinde söylenmiştir. Şöyle ki; bu mesele Buhârî ve Müslim’de şu şekilde nakledilmiştir: “(Bir kere) biri Müslümanlardan, öbürü Yahudilerden iki kişi birbirleriyle münakaşa edip sövüştüler de Müslüman zat Yahudi’ye, ‘Muhammed’i, alemler üzerine tercih ve ihtiyar eden Allah’a yemin ederim ki’ demişti. Yahudi de Müslümana hitaben, ‘Musa’yı alemlere tercih ve ihtiyar eden Allah’a yemin ederim ki’ demesi üzerine Müslüman elini kaldırıp Yahudi’nin suratına bir tokat yapıştırdı. Bunun üzerine Yahudi Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’e gitti. Kendisinin ve Müslümanın ahvalinden olup biten şeyleri Resul-i Ekrem’e haber verdi. Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Beni Musa’ya tercih (tafdil) etmeyiniz! Muhakkak ki İnsanlar, kıyamet gününde (o günün dehşetinden yıldırım çarpmış gibi) bayılacaklar. Fakat ilk takat bulan ben olacağım. Ben ayılınca Hz. Musa’yı Arş’ın bir ucundan tutmuş göreceğim. Bilemiyorum. O, bayılıp hemen ayılanlardan mıdır, yoksa Allah’ın istisna ettiklerinden midir?”. (Buhârî, Sahih, No: 3408; Müslim, Sahih, No: 2373.)

[14] Bedruddin el-Aynî, Umdetu’l Kâri Şerhu Sahihi’l Buhârî, XII/ 250-251. | Farklı sıralama ile aynı taksim için bkz: Molla Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, IX/ 3672.

[15] Molla Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, IX/ 3645.

[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerîm’in Türkçe Meâli Âlisi ve Tefsiri, I/ 263.

[17] Bakara 253.

[18] İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, III/ 6.

[19] Kâdı İyâz, eş-Şifâ, s. 87.

[20] Zemahşerî, Esâsu’l-Belağa, s. 44.

[21] Kalem 48.

[22] Tâhâ 25.

[23] İnşirâh 1.

[24] Abdülkerim el-Kuşeyrî, er-Risâle, Dâru’l-Minhâc, s. 470.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu