AkaidMakaleler

Tevessülle İlgili Şüphelere Cevaplar -1-

Hanefi Fukahası ve Tevessül

1. Şüphe: O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar.” [1] Ayet-i Kerimesi ile Yaptıkları İstidlal

 

Şüphenin İzahı: Allah (celle celalühü) bu ayette müşrikleri, putlar ile Allah’a (celle celalühü) tevessül yaptıkları için zemmetti. Bu da bize göstermektedir tevessül şirke götüren mezmum bir iştir.

Cevap: Allah (celle celalühü) bu ayette müşrikleri putlar ile tevessül yaptıkları için zemmetmedi bilakis putlarına taptıkları için, onlara yaratıcıdan bağımsız müstakil kudret verdikleri için zemmetti. Müşrikler putlara tapındıklarını açıkça ortaya koyarken ayetteki zemmin onların tapınmalarına değil de vesile kılmalarına yöneldiği nasıl düşünülebilir?! Tevessülün neresi ibadettir?! Müşrikler putlarına taparlar, onlara secde ederler ve onları ilah edinirler. Halbuki tevessül yapan bir Müslümanın, peygamberleri ve Allah’ın (celle celalühü) dostlarını ilah edinip onlara taptığı düşünülemez. Böyle bir şey vaki değildir. Eğer bir kimse böyle bir şey yapmaya kalksa onu evvela biz tekfir eder, onu tekfir etmeyenleri de tekfir ederiz.

2. Şüphe: “Biz ona şah damarından daha yakınız.”[2] Ayet-i Kerimesi ile İstidlalde Bulunmaları

 

Şüphenin İzahı: Bu ayet Allah’ın (celle celalühü) kullarına her şeyden daha yakın olduğuna delalet eder. Dolayısıyla herhangi birinin zatı ile tevessül yaparak Allah’a (celle celalühü) dua etmeye gerek yoktur. Zat ile tevessül yapmak bu ayetin manasına muhaliftir.

Cevap: Evet, Allah (celle celalühü) bize yakındır. Bu manayı ifade eden birçok ayet vardır. “Biz ona şah damarından daha yakınız” ve “Kullarım sana beni sorarlarsa, şüphesiz ben onlara çok yakınım.”[3] ayetleri bu manaya delalet eden ayetlerdendir.

Fakat biz O’na yakın mıyız? Yoksa O’ndan uzak mıyız? Hiç şüphe yoktur ki biz Allah’a (celle celalühü) yaklaşmakla emrolunduk. Allah (celle celalühü) bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Secde et ve Rabbine yaklaş.[4] Başka bir ayet-i kerimede de “Onların yalvardıkları bu varlıklar[5], ‘hangimiz daha yakın olacağız’ diye Rablerine vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur.[6]

Zat ile yapılan tevessül Allah’a (celle celalühü) yakınlaşmanın vesilesidir. Dolayısıyla bu yakınlık elde edilmediği müddetçe zat ile tevessüle ihtiyaç vardır.

Şu kadar var ki bu ve bunun gibi Allah’ın (celle celalühü) bize yakınlığını vurgulayan ayetler şayet zat ile tevessüle ihtiyaç olmadığına delalet etseydi aynı şekilde diğer tevessül çeşitlerine de ihtiyaç olmadığına delalet etmesi gerekirdi. Halbuki bizim diğer tevessül çeşitleriyle emrolunduğumuza dair aramızda ihtilaf bile bulunmamaktadır.

3. Şüphe: Hanefi Fukahasına Göre Tevessülün Mekruh Olması

 

Şüphenin İzahı: Hanefi fukahasının, bir adamın duasında şu ifadeleri kullanmasını kerih gördüğüne dair ifadeler vardır: “Allah’ım! İzzetinin bağlı olduğu veya izzetinin oturduğu arşın hürmetine senden istiyorum!” Aynı şekilde: “Allahım! Senden Nebilerin ve Resullerinin hakkı için istiyorum” ifadesi de bunlardandır. Bunların tamamı tevessüldür. Bu da Hanefi fukahasına göre zat ile tevessülün mekruh olduğuna delalet etmektedir.

Cevap: Bu hüküm Hanefi fukahası arasında üzerinde ittifak edilmiş bir mesele değildir. Çünkü Ebu Yusuf (rahimehüllah) bu mesele ile ilgili hadis rivayetlerinden dolayı bu konuda bir esas beyan etmemiştir. Fukahamızın bu işi mekruh saymasının sebeplerine başka bir açıdan bakacak olursak bu durumun tevessül meselesiyle ilgili olmadığını rahat bir şekilde anlarız. Bilakis bu ifadeleri kullanmayı mekruh saymaları başka sakıncalardan dolayıdır. Biz bu sakıncaları birkaç başlık altında açıklayalım.

Birinci Sakınca: “İzzetinin bağlı olduğu” ifadesi Allah’ın izzetinin arşa bağlı olduğunu vehmettirir. Halbuki arş hâdis, Allah ise kadîmdir.

İkinci Sakınca: “İzzetinin oturduğu” ifadesi, tecsim ve teşbihi vehmettirmektedir.

Üçüncü Sakınca: Duada geçen “nebîlerinin hakkı için” ifadesi, mahlukun Allah (celle celalühü) üzerinde bir hakkı olduğunu vehmettirmektedir. Vehmedilen bu mana ise Mutezile’nin meşhur vücûbü’l-aslah alellah davasını zihne getirebilmektedir. Hakikatte Ehl-i Sünnete göre herhangi bir mahlukun yaratıcı üzerine vücub anlamında bir hakkının bulunması düşünülemez. Zikrolunan bu vehimlerden dolayı Hanefi fakihlerimiz bu tarz ifadelerle dua etmeyi mekruh görmüşlerdir. Anlattığımız bu vehimleri el-Bedâi’, el-Muhît ve el-Hidâye müellifleri kitaplarında ifade etmektedirler.[7]

İbn Abidin (rahimehullah) ise bu hususta şunları söylemektedir: “Bu lafızlar ile hem sahih hem de batıl manaların murad edilmesi muhtemeldir. Fakat bu lafızların sırf batıl bir manayı vehmettirmeleri ihtimali bile bunlardan sakındırılması için yeterli bir sebeptir.”[8]

Anlattıklarımızla şu bilindi ki Hanefi fakihleri bu tarz duaların kerahetini, içinde tevessül barındırmalarıyla değil, içlerinde bazı batıl manaları vehmettirmesi ile temellendirmişlerdir. Dolayısıyla muhaliflerimizin Hanefi kitaplarındaki ibareler ile delil getirmeye çalışmaları yersizdir.

Bazı Hanefî Fakihlerinden Nakiller

Bütün bu anlattıklarımızla birlikte şunu da ekleyelim ki mütekaddim ve müteahhir bütün Hanefi fakihleri tevessülün cevazını ikrar etmiş ve bununla amel etmişlerdir. Bunlardan bazılarını örnek olarak aşağıda verelim:

1. el-Kelâbâzî, et-Tearruf isimli eserinin mukaddimesinde şu lafızlarla dua etmektedir: “Allah’tan yardım istiyorum. O’na tevekkül ediyorum. O’nun peygamberine salat ediyorum ve O’nun peygamberi ile tevessül ediyorum. (وأتوسل به)”[9]

2. el-Mevsılî, Peygamberimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) kabrini ziyaret ederken yapılacak müstehab duaları zikrederken şu duayı da bunlar arasında aktarır: “Ya Resulallah! Biz senin tâbileriniz ve senin kabrini ziyarete geldik. Hakkını ödeyebilmek, senin üstünlüklerini seyredebilmek ve senin ziyaretinle bereketlenmek için sana uzak diyarlardan geldik. Seninle Rabbimiz’e şefaat talep ediyoruz. Hatalar belimizi büktü. Omzumuzdaki yükler ağır geldi. Sen şefaat edicisin. Makam-ı Mahmud ve şefaat hakkı ile vadedilmiş kişisin. Allah (celle celalühü) buyurdu ki: ‘Şayet onlar kendilerine zulmettiklerinde hemen sana gelip Allah’tan bağışlanma isteselerdi ve Peygamber de onlar için mağfiret dileseydi, onlar Allah’ın tevbeleri çok kabul edici ve çok merhametli olduğunu mutlaka görürlerdi.[10] Bizler nefislerimize zulüm ve günahlarımıza istiğfar ederek sana geldik. Bizim için Rabbine şefaat talep et ve O’ndan bizi sünnetin üzere öldürmesini, senin zümrende haşretmesini, havzının başına getirip pişman olanlardan olmayarak senin kasenden bize su vermesini iste. Şefaat Şefaat Ya Resulellah! -kişi bunu üç defa söyler- ‘Rabbimiz bizi ve bizden önce geçmiş olan mü’min kardeşlerimizi bağışla! Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin ve kötü duygu bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin![11]

3. İbnü’l-Hümâm, Peygamberimizi (sallallahu aleyhi ve sellem) ziyaret esnasında denilecek şeylerle ilgili şunu söylemektedir: “Sonra kişi Resulullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şefaat talep eder ve şöyle der: ‘Ya Resulallah! Senden şefaat istiyorum. Seninle, dinin ve sünnetin üzere Müslüman bir şekilde ölebilmek için Allah’a tevessül ediyorum.’ Kişi, yalvarmaya ve şefaat talebine dair ne varsa zikreder ve Efendimiz’e küstahça muhatap sigasıyla hitap etmekten de sakınır. Çünkü bu edepsizliktir.”[12]

4. eş-Şürünbülâlî, Peygamberimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) ziyaret esnasında denilecek şeylerle ilgili şunu söylemektedir: “Ya Resulallah! Biz senin tâbileriniz ve senin kabrini ziyarete geldik. Senin yanına gelerek şereflendik. Biz sana uzak diyarlardan geldik. Kolay ve zor yolları, şefaatine erişebilmek, üstünlüklerini seyredebilmek, hakkını ödeyebilmek ve seninle Rabbimiz’e şefaat talebinde bulunmak maksadıyla seni ziyaret etmek için katettik. Muhakkak ki hatalar belimizi büktü. Bizler nefislerimize zulüm ve günahlarımıza istiğfar ederek sana geldik. Bizim için Rabbin’e şefaat talep et ve O’ndan bizi sünnetin üzere öldürmesini iste. Şefaat Şefaat Ya Resulellah! Kişi bunu üç defa söyler”[13]

5. ez-Zeylaî, icare bahsinin sonunda şöyle demektedir: “Bunlar yazara açılan manalardır. Allah, onu Muhammed ve âli hürmetine maksada ulaştırsın.”[14]

6. el-Aynî, Sahih-i Buhari şerhinin mukaddimesinde şöyle demektedir: “Şimdi melik ve ma’bud olanın yardımıyla maksuda başlıyoruz ve O’ndan, canlıların en hayırlısı olan elçisi ve onun keremli âli ve ashabı hürmetine çalışmamızı tamama erdirmesi için yardım etmesini istiyoruz.”[15]

7. el-Haskefî şöyle dedi: “Allah’tan elçisi hürmetine kabul ve tevfik istiyoruz.”[16]

8. ez-Zebîdî, et-Tecrîd isimli eserinin mukaddimesinde şöyle demektedir: “Allah’tan umulan bu eserle bizi menfaatlendirmesi, bu eseri vech-i kerimine halis kılması ve Efendimiz Muhammed’in, âlinin ve ashabının hürmetine maksat ve amelleri ihlas etmesidir.”[17]

9. İbn Abidin şöyle demektedir: “Nebîlerin sonuncusu olanın, keremli âlinin ve ashabının hürmetine -salat ve selam onların üzerine olsun-… [18]


[1] Zümer Suresi: 3.

[2] Kâf Suresi: 16.

[3] Bakara Suresi: 186.

[4] Alak Suresi: 19.

[5] Melekler.

[6] İsra Suresi: 57.

[7] el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’, 5/126; İbn Mâze, el-Muhîtu’l-Burhânî, 5/312; el-Merginânî, el-Hidâye, 7/235.

[8] İbn Abidin, Reddü’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr, 9/566-568.

[9] el-Kelâbâzî, et-Tearruf, 7.

[10] Nisa Suresi: 64.

[11] el-Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/541.

[12] İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 3/169.

[13] eş-Şürünbülâlî, Merâki’l-Felâh, 431-432.

[14] ez-Zeylaî, Tebyînü’l-Hakâik, 5/148.

[15] el-Aynî, Umdetü’l-Kârî, 1/11.

[16] el-Haskefî, ed-Dürrü’l-Muhtâr, 16.

[17] ez-Zebîdî, et-Tecrîdü’s-Sarîh, 52.

[18] İbn Abidin, Reddü’l-Muhtâr, 6/192-193.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu