AkaidMakaleler

Kelamda Ru’yetullahın İmkânı Meselesi ve Vücûd Delili -2-

Kelamda Ru’yetullahın İmkanı Meselesi ve Vücud Delili -1- yazısı için tıklayınız

Ru’yetullahın İmkânı Meselesi

“Ru’yetullah”ın vaki olacağına inanmak zaruri olarak onun li-zâtihi mümkün olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Ehl-i Sünnet âlimleri de ru’yetin imkanını ispatlarken kimi zaman nasslarda beyan edilen vukuudan yola çıkmışlar, kimi zaman ise aklî delil kullanmışlardır. Dolayısıyla ru’yetin imkânı ispatlanırken iki yolun olduğunu söyleyebiliriz;

  • Naklî/Sem‘î Delil

Ru’yetullahın mümkün olduğu ispatta kullanılan naklî delil, onun vaki olacağını ifade eden sarih ayet ve sahih hadislerdir. Biz bu yazımızda nasların tahliline girmeyeceğimizi belirtmiştik. Lakin genel olarak bilmemiz gereken, ayet ve hadislerin ru’yetin vaki olacağını kesin olarak bildirdiği ve bu nasları tevil etmenin hem lügate hem de selefin ve müfessirlerin icmâ‘ına aykırı olacağıdır.

Başta İmam Mâtürîdî (rahimehullah) olmak üzere birçok alim, meseleyi naklî açıdan ele alarak ru’yeti nasslara dayanarak ispat etmiş ve “ru’yet, naslarda varid olduğu şekliyle tefsir ve tevil edilmeden teşbih ve keyfiyetsiz olarak kabul edilir” demişlerdir.[1]

Fahreddîn er-Râzî (rahimehullah) ru’yet meselesi hususunda kendisinin de katıldığını ifade ettiği Mâtürîdî mezhebini şöyle açıklar: “Ru’yetullahın imkanını aklî delillerle değil ayet ve hadislere dayanarak ispat ederiz. Eğer hasım (Mutezile), ru’yetin aklen mümkün olmadığını söyleyip bu nassları tevil etmeye kalkarsa, mümkün olmadığına dair getirdikleri delillere aklî açıdan, nassları tevil etmelerine ise lügavî açıdan itiraz ederiz.”[2]

Gerçekten de Râzî (rahimehullah) burada İmam Mâtürîdî’nin, tefsirinde dağınık olarak zikrettiği ru’yete dair ifadelerinden çıkan genel manayı özetlemiştir.

Burada “tefsir edilmeden” sözünden açıkça anlaşılacağı üzere İmam Mâtürîdî’nin (rahimehullah) ru’yetullah meselesini müteşabih olarak değerlendirdiği sonucu çıkarılabilir. Nitekim onun birçok yerde ru’yeti de istiva ve yed gibi müteşabihler ile beraber işlemesi bunu açıkça göstermektedir.[3]

Gerçi bu konuda İmam Mâtürîdî (rahimehullah) teferrüd edip tek kalmış değildir. Başta İmam Azam olmak üzere Hanefî imamlar ve meşhur “Akîde” sahibi İmam Tahâvî (rahimehumullah) bu konuda varid olan sahih hadislerin olduğu gibi kabul edilip tevili hakkında kendi görüşlerimize dayanarak konuşulmaması gerektiğini ifade ederek buna benzer bir tutum sergilemişlerdir. [4]

Sonuç olarak İmam Mâtürîdî ve Râzî’ye göre ru’yetullah, müteşabih bir meseledir. Fakat bizce onun yed ve istivâ gibi diğer müteşabihlerden birkaç farkı vardır;

  • İstivâ ve diğer müteşabihler tevile açıkken, ru’yeti ifade eden naslar tevile açık değildir.

 

  • İstivâ ve yed gibi diğer müteşabihlerin zahirî manasının Ehl-i Sünnet açısından Allah hakkında muhal olduğu açıkken, ru’yetin muhal veya mümkün olması o kadar açık bir konu değildir. Görmenin hakikatinin ne olduğu, görmenin cihet ve cisimlik gerektirip gerektirmediği gibi meseleler konuya bakışı değiştirecektir. Diğer müteşabihlerde ise böyle karışık bir durum yoktur. Burada İmam Gazâlî’nin (rahimehullah) vurgu yaptığı “aklın mümkün demesi değil, muhal dememesi”[5] noktası oldukça mühimdir.

 

  • Diğer müteşabihlerde lafızlardan Allah hakkında muhal olan manaları soyutladığımızda lafza mecazdan başka bir şey kalmaz. Ru’yette ise durum böyle -en azından bu kadar bariz- değildir.

 

  • Yed kelimesinden “el/uzuv” manasını çıkardığınızda elde başka bir mana kalmaz. Ru’yette ise “cihette ve cisim olarak görülmek” manasını çıkarsanız, lafzın hakiki manası olup olmadığı tartışılsa da elinizde hala bir “idrak ve inkişaf” manası kalmaktadır. Tafsili ilerde gelecektir.

Hasıl-ı kelam, tenzihe layık bir şekilde ru’yetullahın vaki olacağına inanmakta teferrüd etmiş olan Eş‘arî ve Mâtürîdî âlimler, bu vukuun zarurî lazımı olan imkanını ispat konusunda kendi aralarında ihtilaf etmişlerdir;

Geride zikrettiğimiz üzere İmam Mâtürîdî, Râzî ve muhakkık Eş‘arîler[6], aklî deliller, şüpheden kurtulamadığı için ru’yetullahın vukuu konusunda olduğu gibi imkan konusunda da nassa itimat etmişlerdir.

Meşhur Eş‘arî kelam alimlerinden eş-Şehrestânî (rahimehullah) da böyle düşündüğünü şu sözlerle ifade eder: “Bil ki, ru’yetullah meselesi sem’î bir meseledir. Ahirette vaki olup olmayacağının sem‘î olduğu açıktır. Aklen mümkün olduğuna dair ise üzerine itirazlar gelen, nefsi tatmin etmeyen ve aklın kurtulamadığı sorunlar içeren aklî delillerdir ki geride bunları zikrettik. Dolayısıyla yapmamız gereken, ru’yetin imkanını da sem‘î bir mesele kılıp bu konuda Musâ’nın (aleyhisselam) kıssası gibi ayet ve hadislere tamamen itimat etmektir.”[7]

Aklî delillerin zayıflığını, naklî delillerin zannî ve tevile açık olduğunu söyleyip bu konuda ümmetin icma‘ına itimat ettiğini beyan eden Celâleddîn ed-Devvânî’yi de (rahimehullah) [8] bu kısımda sayabiliriz. Nihayetinde icmâ‘ın hücciyyeti de nassa dayanmaktadır.

  • Aklî Delil

Ru’yetin imkânı konusunda aklî delillere dayananların başında sanıyoruz Seyfeddîn el-Âmidî (rahimehullah) gelir. Zira o, “Bu konuda itimadımız, geride açıkladığımız aklî yoldan başkası değildir. Zira ondan başkası, kat’iyyet (kesinlik) ifade etmeyen ve iknâî delil olan nasların zahirinden öteye geçemez”[9] diyerek ru’yetin imkanının nakil ile değil akılla ispatlanması gerektiğini kesin bir dille ifade etmiştir.

Ondan başka aklî delile itimat eden alimler olsa da bu kadar kesin ve net ifade eden başka birine rastlanmamıştır. Yine de bu iki kısım alimler, bir tarafı tercih etmekle beraber hepsi hem aklî hem naklî delilleri zikretmiş ve onları ispat sadedinde kullanmışlardır.

Geride ru’yetin imkanını ispatta naklî delillerin de aklî delillerin de kullanıldığını, bazı alimlerin birincisini, bazılarının ise ikincisini tercih ettiğini incelemiştik.

Bundan sonra ru’yetin imkanını ispatta kullanılan aklî delilleri, kendilerine gelen itiraz, soru ve cevaplarla birlikte incelemeye geçebiliriz. Ancak her şeyden önce ru’yetin lügat ve ıstılahta ne demek olduğu, kelam alimlerinin ru’yetten ne kastettiği, ilim ve idraktan farklı olup olmadığı gibi meseleleri içeren bir mukaddime yapmak gerekmektedir.

Bir sonraki yazımızda ru’yetin ne olduğu ve onun imkanına dair serdedilen aklî delilleri inceleyeceğiz.

 

[1]  Bkz. el-Mâtürîdî, Kitâbu’t-Tevhîd, Thk. Bekir Topaloğlu, Dâr-ı Sâdır, Beyrut, 2001, s. 141,146.

[2]  Bkz. er-Râzî, a.g.e, s. 277.

[3]  Bkz. el-Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, Thk. Ahmet Vanlıoğlu, Dâru’l-Mizan, İstanbul, 2005 I/414, III/74.

[4]  Bkz. en-Nâsirî, en-Nûru’l-Lâmi‘, Thk. Ali Muhammed Zeynû, Muhammed Tarık Mağribiyye, Dâru’l-Fâtih, Baskı: 1, 2021, İstanbul, s. 374-380.

[5] Bkz. el-Gazâlî, a.g.e, s. 271.

[6]  Bkz. el-Beyâzî, İşârâtü’l-Merâm, Thk. Abdullah Hiçdönmez, Dâru’s-Sirac, Baskı: 1, 2022, İstanbul, s. 387.

[7]  Bkz. eş-Şehrestânî, Nihâyetü’l-Ekdâm, Thk. Alfred Guillaume, Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, Baskı: 1, 2009, Kahire, s. 361.

[8]  Bkz. ed-Devvânî, Şerhu’l-Akâidi’l-Adudiyye, Thk. Abdullah Hiçdönmez, Dâru’s-Sirâc, Baskı: 1, 2020, İstanbul, s. 245.

[9]  Bkz. el-Âmidî, Gâyetü’l-Merâm, Thk. Ahmed Ferid el-Mezîdî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Baskı: 1, Beytur, 2004, s. 154.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu