Dört, beş ve altıncı kaideyi ele aldığımız yazıyı okumak için buraya tıklayabilirsiniz. Bu bölümde Eşref Ali et-Tahânevî’nin (rahimehullah) tespit ettiği kaidelerden sonuncusu belki de en mühimlerinden birisi olan yedinci kaideyi kaleme alıyoruz. Bu kaidede kısaca aklî ve naklî delillerin tearuz etmesi durumunda izlenecek yol haritası bizlere verilmektedir.
Yedinci Kaide
Akıl ve Nakil Çatıştığında Ortaya Dört İhtimal Çıkar
1. Aklî ve Naklî Delilin Her İkisinin de Kat’î Olduğu Durum: Böyle Bir Durum Hiç Meydana Gelmemiştir. Çünkü İki Sadık Bilgi Kaynağının Tearuz etmesi Muhaldir.
2. Aklî ve Naklî Delilin Her İkisinin de Zannî Olduğu Durum: Bu Durumda Her İki Delili de İlk Delalet Ettikleri Anlamdan Çevirmek Mümkünse de Biz, “Lafızlarda Asıl Olan Zahiri Üzere Hamletmektir” Kaidesinden Dolayı Nakli Delili Akli Delil Üzerine Tercih Ederiz.
3. Naklî Delilin Kat’î, Aklî Delilin de Zannî Olduğu Durum: Bu Durumda Naklî Delil Tercih Edilir.
4. Aklî Delilin Kat’î, Naklî Delilin Zannî Olduğu Durum: Bu Durumda Naklî Delildeki Zanniyet İster Sübutta İsterse Delalette Olsun Aklî Delil Tercih Edilir ve Nakli Delil Tevil Edilir.
Bu Dördüncü Kısım Dirayetin Rivayet Üzere Tercih Edildiği Tek Kısımdır. Diğer Yerlerde Dirayet Değil Rivayet Tercih Edilir.
Tearuz
Kaideleri izah etmeden evvel tearuzun ne olduğunu zikredelim. Tearuz: İki hükmün -birinin doğru olmasıyla diğerinin yalan olacağı şekilde- çatışmasıdır.
Bunun misali, bir adamın “Zeyd’in bugün saat 10’da Delhi’ye giden bir trene bindiğini” bize haber vermesi, başka bir adamın da “Zeyd’in bugün saat 11’de evde oturduğunu” bize haber vermesi gibidir. İşte bu iki haber arasında gerçekleşen şey tearuzdur. Tearuzun gerçekleşmesi için iki hükümden birinin zorunlu olarak doğru diğerininse yanlış olması gerektiği için iki sahih delil arasında tearuzun vaki olması mümkün değildir.
Biz, birisini kabul edip diğerini yanlışlamak zorunda olduğumuz iki delil tearuz edince bu delillerden doğru olanı olduğu gibi kabul eder yanlış olanı ise tevil edip zahirinden çeviririz ve onu tevilin gerektirdiği uygun bir mana ile manalandırırız.
Az önce tearuza verdiğimiz misalde eğer haberi getirenlerden biri güvenilir diğeri değilse güvenilir olanın haberi kabul edilip diğeri reddedilir. Eğer haberi getirenlerin ikisi de güvenilirse bu durumda haberin etrafındaki karinelere bakılır, karineleri güçlü olan haber kabul edilir zayıf olan haber ise tevil edilir. Mesela örnekteki haberleri şu şekilde yorumlarız: “farklı karinelerle Zeyd’in Delhi’ye gitmediği anlaşıldı. Zeyd’in Delhi’ye gittiğini söyleyen kişi çok güvenilir olmayan bir bilgiye dayanıyordu ve işin aslını hatalı öğrenmişti” veya şu şekilde de yorumlayabiliriz: “Zeyd Delhi’ye giden trene binmiş ama yarı yolda trenden inip geri dönmüş ve Zeyd’in trene binmediğini iddia eden habercinin de bundan haberi olmamış olabilir” veya başka uygun bir yorum da yapılabilir.
Kaidelerin Neticesi
Bu kaideleri öğrendikten sonra şunu da bilmelisin ki aklî ve naklî deliller bazen tearuz ederler, bu durumda geride gördüğümüz kaideler ışığında önümüzdeki delillere bakarız:
- Her iki delil de kat’î mi?
- Her iki delil de zannî mi?
- Naklî delil kat’î aklî delil zannî mi?
- Aklî delil kat’î naklî delil zannî mi?
Bu dört şık deliller arasındaki tearuz ve tenakuzun gerçekleştiği suretlerdir.
Bu dört sureti tek tek incelemeye geçmeden önce şunu belirtmek gerekir ki naklî delillerin zanniyet ve kat’iyeti iki vecihten gerçekleşir: sübût ve delalet.
Sübût, haberin bize doğru ve yanlış bir şekilde aktarımını, delalet ise haberin içindeki lafızların anlamlarına delaletinin açıklık ve kapalılığını ifade eder. Bir haber için sübutu kat’î dediğimizde o haberin bize doğru bir şekilde aktarıldığından hiçbir şüphemiz yok demiş oluruz, sübutu zanni dediğimizde ise haberin bize doğru bir şekilde aktarıldığında şüphe var demektir. Haberin içeriğindeki lafız için delaleti kat’î dediğimizde anlamında hiçbir kapalılığın olmadığını, delaleti zannî dediğimizde ise anlamında bir kapalılık olduğunu ifade etmiş oluruz. İşte haberler bazen sübutu zannî bir şekilde bize ulaşır. Bunun örneği tevatür ve şöhret seviyesine ulaşamayan hadis-i şeriflerdir.
Bazen de sübutu kat’î ama delaleti zannî bir şekilde bize ulaşırlar. Bunun örneği de Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetleri gibidir. Bu ayetler Kur’an olduğu için bize doğru şekilde aktarıldığında hiçbir şüphe olmamakla beraber anlamları çok açık olmadığı için delaletleri zannîdir.
1. Birinci Suret: Bu surette iki delil de her açıdan kat’îdir. Dolayısıyla böyle bir tearuzun gerçekleşmesi mümkün değildir ve o sebeple de bu suret batıldır, hiçbir zaman gerçekleşemez. Bu surete misal getirilemez. Çünkü bu suretin varlığı zihinde tasavvur bile edilemez.
2. İkinci Suret: Bu surette her iki delil de zannîdir. İki suretin de zannî olduğu durumda naklî delil, aklî delil üzerine tercih edilir. Çünkü doğruluğa ihtimali olan nakli delilin kabul edilmesini gerekli kılan sahih deliller mevcuttur. Doğru olma ihtimali bulunan aklî delili kabul etmenin gerekliliğine dair ise sahih bir delil yoktur. Bir aklî delilin doğruya muhtemel olması demek hataya da muhtemel olması demektir. Eğer biz böyle ihtimalli aklî bir delili inkar edersek hiçbir aklî hükme muhalefet etmiş olmayız.
3. Üçüncü Suret: Bu surette naklî delil kat’î aklî delil ise zannîdir. Bu surette de naklî delil, aklî delil üzere tercih edilir.
4. Dördüncü Suret: Bu surette aklî delil kat’î, naklî delil ise zannîdir. Bu surette aklî delil tercih edilir. Naklî delil de her ne kadar zannî bile olsa terk edilmez ve aklî delile uygun bir mana ile tevil edilir.
Görüldüğü üzere aklî delil sadece dördüncü surette nakle tercih edilir. Aklî delilin ikinci ve üçüncü surette de naklî delile tercih edildiğini iddia etmek batıldır. Bunu gerideki izahatlarla açıklamış olduk.
Dördüncü Surete Bir Misal
Burada dördüncü kısma bir misal verelim: Güneş, dünyadan ayrı bir gök cismidir ve hiçbir şekilde dünyaya temas etmez. Fakat Kehf suresinin 86. Ayeti bize güneşin kara bir balçığa battığını söylemektedir. Fakat bu ayetteki ifadeyi, insanın hissinde gerçekleşen hadiseye dair söylenmiş bir ifade olarak kabul edebiliriz ve ayeti bu manaya hamlederek şöyle deriz: “Gün batımını seyreden kişi güneşi toprağa batıyormuş gibi görür. Halbuki hakikatte güneş dünyadan ayrıdır. Aynı şekilde denizdeki kişiler de güneşi denize batıyormuş gibi görür fakat hakikatte böyle bir şey gerçekleşmemektedir. Yani Allah (celle celalühü) ayette insanın hissettiği şeyden bahsetmiştir. İşte nakil yerine aklın tercih edildiği ve naklin terkedilmeyip akla uygun bir tevil ile manalandırıldığı bir örnek vermiş olduk.[1]
Naklin tercih edildiği iki ve üçüncü kısmın örnekleri ise boldur. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi aklî delilin kat’î olmadığı her yerde hem zannî hem de kat’î olan bütün haberler tercih edilir.
Burada deliller arasındaki tearuzun gerçekleştiği iki suret daha zikredelim.
- Naklî delil zannî, aklî delil ise vehmî ve hayalîdir.
- Naklî delil kat’î, aklî delil ise vehmî ve hayalîdir.
Bu suretlerin hükümleri de çok açıktır ki naklî delil tercih edilip aklî delil terk edilir. Aklî delil vehmî ve hayali olduğundan dolayı bu surette onu terk etmek vaciptir.
Bu anlattıklarımız aklî ve naklî delil arasındaki tearuzun tafsilidir. Senin şunu anlamış olman gerekir ki aklı zannî, vehmî hatta hayalî bile olsa asıl yapıp, nakli de kat’î bile olsa ona tâbi yapmak hatalı bir davranıştır.
(Bu yazı Eşref Ali et-Tehanevî’nin (rahimehullah) el-İntibâhâtü’l-Müfîde isimli eserinden tercümedir.)
Devam edecek…
[1] Ateistlerin de sıkça gündeme getirdiği bu meseleyi ele aldığımız yazıyı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.