AkaidMakaleler

Müşebbihe’nin ‘Makâm-ı Mahmûd’ Görüşünün Tahlili

Allah Te‘âlâ’yı mahlûkâta benzetenlere isim olarak verilmiş olan ‘Müşebbihe’ taifesi[1] tarih boyu sapkın bir itikadın mümessili olmuştur. Hiç şüphesiz ki Müşebbihe’yi böylesi sapkın bir inanca sürükleyen temel husus, benimsedikleri yanlış usûl yahut daha doğru bir deyimle ‘usulsüzlük’ olmuştur. Öyle ki kendi itikatlarını desteklediklerini gördükleri rivayetleri sahih-sakim ayrımı yapmaksızın benimseme yoluna gitmişlerdir. Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî (rahimehullâh) Hanbelî mezhebini teşbih akidesiyle mezcetmeye çalışanlara ret mahiyetinde yazdığı Def‘u Şübheti’t-Teşbîh’inde, Müşebbihe’nin bu batıl inanca sapma sebeplerinden birinin de Meşhur haberlerle, sahih (sâbit) olmayan haberleri ayırt etmemeleri olduğunu söylemektedir.[2]

Makâm-ı Mahmûd Nedir?

Bahsinde olduğumuz mesele de tam olarak bu konuyla taalluk eden bir meseledir. Şöyle ki, İsra süresinin 79. âyet-i celilesinde Cenab-ı Hak, Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin seni övgüye değer bir makama (Makâm-ı Mahmûd) yerleştirmesi kesinleşmiştir.Buyurarak Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) bahşedilecek Makam-ı Mahmûd nimetinden bahsetmektedir. Kelime anlamı itibarıyla “övülmüş olan, övgüye değer olan” gibi manalara gelen bu terkibin ne olduğu hususunda tefsirlerde farklı görüşler mevcuttur. Müşebbihe’nin tercih ettiği ve İmam Mücahid, Abdullah b. Abbas (radıyallahu anhuma) gibi zatlara nispet ettiği görüşe göre ayetteki Makam-ı Mahmud, Allah’ın (celle celalühü), Hz. Peygamber’i kendisiyle birlikte Arş’ın üzerinde oturtmasıdır. Nitekim İbn Teymiye de Mecmû‘u’l-Fetâvâ’sında bu görüşü, razı olunmuş âlimler ve makbul velîlerin naklettiklerini söylemektedir.[3]

Bu minvaldeki rivayetlerin İbn Teymiye’nin bahsettiği şekilde ne kadar razı olunmuş makbul alimler ve veliler tarafından nakledilmiş olduğu noktasını tahkik etmeden önce hemen belirtmiş olalım ki aksine bu görüş Makam-ı Mahmûd’un ‘Şefaat’ olduğu görüşünün yanında mercûh ve şaz addedilmiş olan bir görüştür. Bu sadette nakledilen rivayetler ise gayr-ı muteberdirler. Meselenin bu boyutuna geçmeden evvel, ulemanın akide tayininde takip edilmesi gereken ölçü olarak vazettikleri önemli bir husus üzerinde duralım.

Akide Tayininde Ölçü

Bedruddin İbnu Cemâ‘a, akidenin temelini teşkil eden hususlarda sahih hadislerle amel edilmesi ve zayıflara itimat edilmemesi gerektiğiyle ilgili İbnu’s-Salâh’tan naklen şu malumatı vermektedir:[4] Allah Teâlâ’nin sıfatları ve haram-helal derecesinde şer‘î hükümleri tayin etme dışında, mevâ‘iz, kıssalar, fedâil-i a‘mâl, terğîb-terhîb gibi konularda isnadlarda tesâhül yapılması ve zayıf rivayetlerle amel edilmesi caizdir. Fakat eğer mesele yukarıda bahsettiğimiz sıfâtullah gibi akidenin aslî meselelerinden biri ise bu gibi konularda zayıf rivayetlerle amel edilmesi caiz olmaz.[5] Bu sebeple ehl-i diyanet kişiler, bu tarz mevzularla ilgili zayıf hadis naklettiklerinde “Bize filan kişi vebalinden beri olarak nakletti” derlerdi.

Diğer konularda (fedâil-i a‘mâl, terğîb-terhîb) zayıf hadisle amel edilebileceği ise Abdurrahman b. Mehdî, Yahya b. Ma‘în, Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mübarek, Süfyân b. Uyeyne ve Süfyân-ı Sevrî’nin görüşüdür. Öyle ki bu konuda İbn Adiy el-Kâmil’inin mukaddimesinde ve Hatib el-Bağdâdî el-Kifâye’sinde müstakil bir bab açmışlardır.[6] Hatib el-Bağdâdî, bu mesele zımnında açtığı bâba “Bâbu’t-teşeddüd fî ehâdîsi’l-Ahkâm ve’t-tecevvüz fî fedâili’l-A ‘mâl/ Ahkâm hadislerinde titiz davranma ve faziletli ameller hususunda müsamahalı olma babı” adını vermiş ve Süfyân es-Sevrî ’den “Bu ilmi helal ve haram hususunda sadece ilimde meşhur olmuş, ziyade ve noksanı bilen öncü kişilerden alınız. Helal ve haramın dışında diğerlerinden almanızda bir beis yoktur” sözünü nakletmiştir. Buna benzer sözleri Süfyan b. Uyeyne ve İmam Ahmed gibilerinden de nakletmektedir.[7]

İbn Ebî Hâtim er-Râzî de râvilerin mertebelerini zikrettiği mahalde, kimi râvilerin doğruluk ve takva açısından pürüzsüz olduklarını fakat gaflet, vehm, hata, sehv ve galat gibi illetlerin onlara galip geldiklerini söyleyerek bu gibilerinin sadece terğib terhib konusunda naklettiklerinin yazılabileceğini ifade etmektedir.[8]

Tüm bu nakillerden de anlayacağımız üzere ulemamız zayıf rivayetlerin, bahusus akide sahasında, kat‘î deliller isteyen meselelerde delil olarak kullanılamayacağını tasrih etmişlerdir. Öyle ki, Makâm-ı Mahmûd’un Allah’ın Hz. Peygamber’i Arş’ın üzerinde yanında oturtması olduğunu zikrederek bunun makbul alimler ve velilerin nakli olduğunu söyleyen İbn Teymiye dahi aynı şeyi savunmuştur. Ne var ki birçok meselede olduğu gibi bu konuda da kaide olarak vazettiği şeyler ile cüz’î meselelere tatbiki arasındaki çelişkili tavrından kurtulamamıştır. Zira Makam-ı Mahmud’un İbn Teymiye’nin aktardığı manada olduğu görüşü zayıf rivayetlere dayanmasına rağmen İbn Teymiye bu rivayetlerin mutemet olduğunu düşündüren ifadelere yer vermiştir. Bir taraftan da Kâidetun Celîle’sinde “Şeriatta, sahih veya hasen olmayan zayıf rivayetlere itimat edilmesi caiz değildir” demiştir.[9]

Müşebbihe ve Makâm-ı Mahmûd Görüşü

Müşebbihe’nin, Makam-ı Mahmûd’un Allah’ın, Hz. Peygamber’i (sallallahu aleyhi ve sellem) Arş’ın üzerinde yanında oturtması görüşünde olduğunu beyan etmiştik. Bu görüşte olanlar kendilerine delil olarak İmam Mücâhid’den gelen bir rivayeti almaktadırlar. Bu rivayetin bir benzerinin İbn Abbas ve Abdullah b. Selâm’dan (radıyallahu anhüma) nakledilmiş olduğunu da görmekteyiz. İbn Teymiye’nin makbûl ve mutemed gibi göstermeye çalıştığı bu rivayetlerin ne denli muteber olduğuna kısaca bir göz atalım.

İlgili Rivayetlerin Sıhhati

Teşbih akidesini benimseyenlerin temel kaynak telakki ettikleri eserlerden birisi olan el-Hallâl’ın es-Sünne’sinde Makâm-ı Mahmud’un ‘İclâs/oturtma’ olduğu görüşü İmam Mücahid’e nispet edilerek nakledilmektedir. İlgili rivayetlerin tamamı ise Leys ibnü Ebî Süleym’e dayanmaktadır. Kaynaklar bu zatın zaptının zayıf olduğu,[10] çelişik rivayetler yaptığı,[11] İbn Uyeyne ve en-Nesâî[12] gibi imamlar tarafından taz’if edildiği, Ebû Zür‘a ve Ebû Hâtim er-Râzi gibileri tarafından meşgul olunmayacak biri kabul edildiği, İbn Hibbân tarafından ömrünün sonunda ihtılat ettiğinin söylendiği, Yahya el-Kattân, Yahya b. Ma‘în, İbn Mehdî ve İmam Ahmed gibileri tarafından terkedilen biri olduğunu kaydetmektedirler. [13]  Öyle ki, ulemanın bu râvînin zayıf, muzdaribu’l-hadis ve zaptında ihtilat eden bir râvî olduğunda ittifak halinde olduğu kaydedilmektedir.[14]

Demek ki, İmam Mücâhid’den bu bapta nakledilen tefsir niteliğindeki rivayetler zayıftır, gayr-ı mutemettir. Bu sebeple İmam ez-Zehebî, Ebûbekir b. Ayyâş’ın, el-A‘meş’e, İmam Mücahid’in bu tefsiri hakkındaki görüşünü sorduğunu ve onun da cevap olarak “Bunu ehl-i kitaptan almıştır” dediğini nakletmektedir.[15] Keza yine İmam ez-Zehebî el-Uluvv’unda bu bapta mutemet hiçbir nassın olmadığını sadece İmam Mücahid’den ayeti tefsir mahiyetinde zayıf bir rivayetin var olduğunu belirtmektedir.[16] İbn Batta el-İbânetu’s-Suğrâ’sında her ne kadar bu rivayeti merfu olarak Efendimiz r’den naklediyorsa da[17] İmam ez-Zehebî bu hususta Aleyhissalâtü vesselâm Efendimizden nakledilen sahih, sabit hiçbir rivayetin var olmadığını söylemektedir. Bununla birlikte Makâm-ı Mahmûd hakkındaki bu tefsir naklinin İmam Mücâhid’e dair sübutunda hiçbir şüphenin var olmadığını da belirtmektedir.[18]

Buna göre İmam Mücahid’den zayıf olarak sabit olan öyle bir görüşün temel bir akide esası gibi sunulması olsa olsa müşebbihe tarafından sadır olabilecek bir usulsüzlük olabilirdi ki öyle de olmuştur. Nitekim el-Hallâl, es-Sünne’sinde Makam-ı Mahmûd’a yönelik bu açıklamayı kabul etmeyen kişilere öylesine şedid ifadeler nakletmektedir ki bu ifadeler ilgili tefsirin müşebbihe tarafından nasıl benimsendiği ve ana akide esası gibi kabul edildiğine dair ipucu vermektedir. Misalen Yunus el-Basrî, Makâm-ı Mahmûd’un, Allah’ın, Hz. Peygamber’i (sallallahu aleyhi ve sellem) Arş’ın üzerinde yanında oturtması olduğuna dair nakillerin tamamını ehl-i sünnet alimlerin kabulle karşıladıklarını, inkâr eden kişinin Resulüllah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) iftira ettiklerini ve İmam Mücahid’e ta’n ettiklerini söylemektedir.[19] Oysa İmam ez-Zehebî, el-Mîzân’ında bu sözü söyleyen Yunus el-Basrî’nin metruk birisi olduğunu, İbn Hibbân ise binden fazla hadis uyduran yalancı biri olduğunu belirtmektedirler.[20]

Makâm-ı Mahmûd’un, İclâs/oturtma olduğunu savunma sadedinde aşırıya gidenlere diğer bir misal olarak Ebû Mes‘ûd el-Cerîrî’yi zikredebiliriz. Zira o da bu minvaldeki rivayetlerin işittiği hadislerin en kıymetlisi olduğunu, bu hadisleri inkâr eden kişinin ise Resulüllah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı suç işleyen biri olduğunu söylemektedir.[21] Halbuki yukarıda da ortaya koyduğumuz üzere bu sadette nakledilen rivâyetin senedi problemlidir. Başka bir tarikle İbn Abbas’tan (radıyallahu anhüma) gelen bir diğer rivayet varsa da onun da senedi problemlidir. Zira senedinde yer alan Dahhâk b. Müzâhim, İbn Abbas’a yetişmemiş olan,[22] ondan mürsel rivayetler yapan biridir. Keza senedindeki Abbâd b. Ebî Revk hakkında Yahya b. Ma‘în, “ben onu gördüm, güvenilir biri değildi ” demiştir.[23] Dolayısıyla bu rivayet de kurtarılabilecek durumda değildir.

Buraya kadar yaptığımız tafsilden anladığımız üzere Makâm-ı Mahmûd’un, Allah’ın (celle celalühü), Hz. Peygamber r’i (sallallahu aleyhi ve sellem) Arş’ın üzerinde kendisiyle birlikte oturtması olduğuna dair İmam Mücâhid’den veya Abdullah b. Abbas’tan nakledilen rivayetler seneden işkâl taşıyan zayıf rivayetlerdir. Merfû olarak nakledilen rivayet ise sâbit değildir.

Şunu da belirtmiş olalım ki, İmam Mücâhid’den bu tefsirin sâbit olduğunu düşünsek bile ulema bu tefsirin merdûd olduğunu söylemiştir. Bu sebeple İbn Abdilber (rahimehullah) et-Temhîd’inde İmam Mücâhid’den nakledilen iki tane tefsirin ulemâ tarafından kabul görmediğini, bunlardan birinin Kıyamet süresinin 23. Ayet-i kerimesindeki ناظرة kellimesine “sevabı bekler” manasını verdiği tefsir, ikincisinin de İsrâ süresinin 79. Âyet-i kerimesindeki Makam-ı Mahmûd’a “Allah’ın Hz. Peygamber’i (sallallahu aleyhi ve sellem) Arş’ın üzerinde kendisiyle birlikte oturtması” manasını verdiği tefsir olduğunu belirtmektedir.[24]

Durum bundan ibaretken böylesine problemli ve zayıf rivayetler üzerinden akideye yönelik bir çıkarımda bulunulması mümkün değildir. Hele hele teşbih ve tecsim inancına kapı aralaması kuvvetle muhtemel olan ve asırlardır da aralamış olan böyle bir meselede bu şekildeki gayr-ı mutemed rivayetler mesned teşkil edemez. Üstelik Makâm-ı Mahmûd’un şefaat olduğuna dair sahih, sâbit ve meşhur rivayetler varken bunları bırakıp da teşbih akidesine kapı aralayacak böylesi zayıf rivayetleri delil ittihaz etmek tam bir taassuptur.

Nitekim İbn Cerir et-Taberî (rahimehullah) bizzat İmam Mücâhid’den Makam-ı Mahmûd’un şefaat olduğuna dair diğer rivayetten çok daha sağlam iki rivayet getirmektedir. Keza yine o, Makam-ı Mahmûd’un şefaat olduğuna dair İbn Abbas, Selman, Katâde, Ebu Hureyre ve Ka‘b b. Malik’ten (radıyallahu anhüm) merfu olarak rivayetler zikretmektedir. Ve bunun ilim ehlinin çoğunluğunun görüşü olduğunu da beyan etmektedir.[25] Ki konuyla ilgili başta Buhari olmak üzere sahih hadis kaynaklarında bu minvalde birçok rivayet bulunmaktadır. Meseleyi uzatmamak için ilgili rivayetleri zikretmeyeceğiz.[26]

İmam et-Taberî’nin Görüşü

İmam et-Taberî, İmam Mücâhid’den bu sadette nakledilen rivayetin ne haber ne de nazar açısından def edilemeyeceğini, zira ne sahabeden ne de tabiinden bunun muhal olduğuna dair bir şey nakledilmediğini söylemektedir. Belli ki et-Taberî, rivayetin muhteva açısından uygun bir mahmile hamledilebileceği görüşündedir. Ne var ki rivayet tarih boyu teşbih akidesini savunanların önemli bir argümanı haline geldiği için ulema rivayeti tevilden ziyade red yoluna gitmiştir. Nitekim et-Taberî de bu hususta ilim ehlinin çoğunun Makam-ı Mahmûd’un ‘şefaat’ olduğu görüşünü benimsediklerini söyleyerek bu hususla ilgili rivayetleri zikretmiş ve bu görüşün Resulüllah (sallallahu aleyhi ve sellem), sahabe ve tabiinden gelen rivayetlerle müeyyed olduğunu söylemiştir.

İmam Fahru’r-Razî, Makam-ı Mahmûd’un ‘şefaat’ olduğu konusundaki ittifakı naklettikten sonra el-Vahidî’nin diğer görüş için ‘bu rezil, ürkütücü, berbat bir görüştür’ dediğini aktarmaktadır. Zira el-Vahidî’ye göre ayetin bizzat kendisi bu görüşü reddetmektedir. Yani ayette yer alan kelimeler bu mananın verilmesine engeldir. Şöyle ki;

  1. Ayette yer alan بعث kelimesi إجلاس’ın zıttıdır. Nitekim, بعث الله الميت/ Allah ölüyü kabrinden kaldırdı denmektedir. Bu durumda (kaldırma manasına gelen) بعث kelimesini oturtma anlamına gelen إجلاس ile tefsir etmeye kalkmak zıttı zıt ile açıklamaya çalışmak demek olur.
  2. Allah Teâlâ ayette مقامُا محموداُ/ Makâm-ı Mahmûd’dan bahsetmektedir. Malum olduğu üzere makam kelimesi ayakta durma manasına gelen kıyâmdan gelmektedir. Yani makam, ayakta durulan yer demektir. Şayet âyette oturma eylemiyle ilgili bir mana olsaydı Cenab-ı Hakk’ın مقعداُ محموداُ buyurması gerekirdi.
  3. Şayet Allah, Arş’ın üzerinde oturuyor olsaydı, Arş sınırlı bir varlık olduğu için Allah’ın da sınırlı olması gerekirdi. Sınırlı olan her şey ise sonradan var edilmiştir.
  4. Teşbih görüşüne düşmüş bu ahmaklara göre Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah ile birlikte Arş’ın üzerinde oturması onun adına çok ayrıcalıklı bir izzet olmayacaktır. Çünkü bu ahmaklara göre Cennet ehli Allah’ı ziyaret edecek ve -hâşâ- onunla beraber oturacaklardır. Onların görüşlerine göre cennet ehlinin tamamına verilecek bu nimetin Hz. Peygamber’i (sallallahu aleyhi ve sellem) ayrıcalıklı kılacak ne gibi bir yanı olabilir?[27]

Bin Bâz Ne Diyor?

Makam-ı Mahmûd’un ‘şefaat’ olduğu, bu sadette nakledilen diğer rivayetin muteber olmadığı görüşü sadece ehl-i sünnet ulemanın değil, selefîlerin çokça itibar ettiği Bin Bâz’ın da görüşüdür. Nitekim o, riyasetinde bulunduğu Fetâva’l-Lecneti’d-Dâime isimli eserin 2. Cildinde (s.155, No: 19346) bu hususla ilgili olarak, Makam-ı Mahmûd’un Allah’ın Hz. Peygamber’i (sallallahu aleyhi ve sellem) Arş’ın üzerinde kendisiyle birlikte oturtması olduğuna dair Resulüllah’tan itikat edilmesi gereken bir rivayetin gelmediği ve İmam Mücahid’den nakledilen rivayetin münker olduğunu söylemektedir. Bu fetvaya selefîler için muteber olan Bekr Ebû Zeyd, Sâlih el-Fevzân ve Abdülaziz Âlu’ş-Şeyh gibileri de iştirak etmişlerdir.

Netice

Makalemizde derlemeye çalıştığımız malumat dizisinden hareketle meselemizi şöyle özetlememiz mümkündür: Allah’ın sıfatları gibi akidenin esasını oluşturan meselelerde zayıf rivayetlerin isti‘mal edilmesi ehl-i sünnet ulema tarafından caiz görülmemiştir. Zira böyle bir durum nice bidat inançların Müslümanların dünyasına girmesine ve sahih itikadın bozulmasına yol açacaktır. Binaenaleyh, Makam-ı Mahmûd’un ne olduğu konusunda sahih ve meşhur olan “şefaat” olduğu görüşü ulema tarafından benimsenmiştir. Bunun dışında isnâdî açıdan problemler barındıran ve teşbih-tecsim akidesine yol açan diğer görüş kabul görmemiştir.

Makalemizde de kısaca belirtmeye çalıştığımız üzere İmam Mücahid ve İbn Abbas’tan (radıyallahu anhüma) bu minvalde nakledilen rivayetler zayıftır. Bu zayıflığın, rivâyetin sübûtunu topyekun nefyedecek seviyede olmadığını kabul etsek bile bu rivayetler, bu mevzuda nakledilmiş olan sahih ve meşhur ‘şefaat’ rivayetlerine nazaran mercuhturlar. Bu denli zayıf rivayetleri sübûtî açıdan katiyet ifade ediyormuş gibi telakki ederek üzerine hüküm bina etmek ise ya usul bilmemekten kaynaklanan bir cehâlet ya da delilleri görüşlere kurban etmekten neşet eden bir taassuptur.

Cenab-ı Hak her birerlerimizi doğruya isabet edebilmeye muvaffak eylesin.

[1] Seyyid Şerif el-Cürcânî, et-Ta‘rîfât, Daru’l-Kütubi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 1403, Baskı: I, s. 216.

[2] Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, Def‘u Şübheti’t-Teşbîh, Thk: Muhammed Zâhid el-Kevserî, el-Mektebetu’l-Ezheriyye li’t-Türâs, Mısır, s. 10.

[3] Takıyyuddin Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Teymiyye, Mecmû‘u’l-Fetâvâ, Mecma‘u’l-Melik Fehd, Suud, 1416, IV/374.

[4] Ebû Abdillâh Bedruddin Muhammed b. İbrâhim, Îzâhu’d-delîl fî Kat‘i Huceci Ehli’t-Ta‘tîl, Daru’s-Selâm, Mısır, 1410, Baskı: I, s. 45.

[5] İbnu’s-Salâh, Ebû Amr Osman b. Abdurrahman, Mukaddime, Mektebetu’l-Fârâbî, 1984, Baskı: I, s. 60

[6] Şemsuddin es-Sehâvî, Fethu’l-Muğîs bi Şerhi Elfiyeti’l-Hadîs, Mektebetu’s-Sünne, Mısır, 1424, Baskı: I, I/349. Zayıf hadislerle amel etmenin şartları ve genel çerçevesi elbette burada bahsettiğimiz kadar yüzeysel bir mesele değildir. Fakat konumuz bu olmadığı için meselenin detayına girmiyoruz. Mevzuyla ilgili tafsilatlı bilgi için Muhammed Avvâme hocamızın “Hükmu’l-Amel bi’l-Hadîsi’z-Za‘îf” isimli eserine müracaat edebilirler.

[7] Bkz. Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye, el-Mektebetu’l-İlmiyye, Medîne-i Münevvere, s. 134.

[8] İbn Ebî Hâtim er-Râzî, el-Cerhu ve’t-Ta‘dîl, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1271, Baskı: I, I/6.

[9] Takıyyuddin Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Teymiyye, Kâidetun Celîle fi’t-Tevessüli ve’l-Vesîle,   Mektebetu’l-Furkân, Acmân, 1422, Baskı: I, s. 175.

[10] Ebû İshâk İbrahim b. Yakub el-Cûzecânî, Ahvâlu’r-Ricâl, Müessesetu’r-Risâle, 1405, s.91.

[11] ez-Zehebî, Şemsuddin Muhammed b. Ahmed, el-Muğnî fi’d-Du‘afâ, Yayınevi, Tarih: Yok, II/536

[12] en-Nesâî, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şu‘ayb, ed-Du‘afâ ve’l-Metrûkîn, Dâru’l-Va‘î, Haleb, 1396, Baskı: I, s. 90.

[13] Bkz. Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, ed-Du‘afâ ve’l-Metrûkîn, Daru’l-Kütubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1406, III/29; İbn Adiy, Ebû Ahmed Abdullah, el-Kâmil fî Du‘afâi’r-Ricâl, Daru’l-Fikr, Beyrut,1409, VI/87; İbn Hibbân, Muhammed b. Ahmed, el-Mecrûhîn mine’l-Muhaddisîn ve’d-Du‘afâ ve’l-Metrûkîn, Dâru’l-Va‘î, Haleb, 1396, Baskı: I, II/231; Ebu Zekeriyya Yahya b. Ma‘în, Tarîhu İbn Ma‘în, Dâru’l-Me’mûn, Dımeşk, 1400, I/158; İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, Matbaatu Dâireti’l-Me‘ârifi’n-Nizâmiyye, Hind, 1326, Baskı: I, VIII/465.

[14] en-Nevevî, Ebû Zekeriyya Muhyiddin en-Nevevî, Tehzîbu’l-Esmâi ve’l-Lüğât, Daru’l-Kütubi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, II/74.

[15] ez-Zehebî, Şemsuddin Muhammed b. Ahmed, Mîzânu’l-İ‘tidâl fî Nakdi’r-Ricâl, Daru’l-Ma‘rife, Beyrut, Lübnan, 1382, Baskı: I, III/439.

[16] Zehebî, Şemsuddin Muhammed b. Ahmed, el-Uluvvu li’l-Aliyyi’l-Ğaffâr fî İzâhi Sahîhi’l-Ahbâri ve Sekîmihâ, Mektebetu Edvâi’s-Selef, Riyâd, 1416, Baskı: I, s. 170.

[17] İbn Batta, Ebû Abdillah Ubeydullah b. Muhammed, eş-Şerhu ve’l-İbâne, (el-İbânetu’s-Suğrâ), s. 276, No: 278

[18] ez-Zehebî, Şemsuddin Muhammed b. Ahmed, el-Arş, İmâdetu’l-Bahsi’l-İlmî, Medine-i Münevvere, 1424, Baskı: II, II/272.

[19] el-Hallâl, es-Sünne, I/234, No: 268.

[20] Zehebî, Mîzânu’l-İ‘tidâl, IV/74.

[21] el-Hallâl, es-Sünne, I/245, No: 280.

[22] İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed, es-Sikât, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1395, Baskı: I, VI/480.

[23] ez-Zehebî, Şemsuddin Muhammed b. Ahmed, el-Muğnî fi’d-Du‘afâ, I/325.

[24] İbn Abdilber, Ebû Umer Yusuf b. Abdillah, et-Temhîd li mâ fi’l-Muvattai mine’l-Me‘ânî ve’l-Esânîd, Vizâretu Umûmi’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye,  Mağrib, 1387, VII/157.

[25] İbn Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, Müessesetu’r-Risâle, 1420, Baskı: I, XVII/526-531.

[26] İlgili rivayetlerin bazıları için bkz: Buhârî, No: 4441, 4442; Müslim, No: 320; Nesâî, es-Sünenu’l-Kübrâ, No: 11230, 11231. İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru Tayba, 1420, Baskı: II, V/103 vd.; el-Beğavî, Ebû Muhammed el-Hüseyn, Me‘âlimu’t-Tenzîl, Daru Tayba, 1417, Baskı: IV, V/117.

[27] Fahruddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1420, Baskı: III, 21/388.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu